31 Mayıs 2012 Perşembe

Yol Ayrımında İki Kavram: Mikro ve Makro Evrim (Bilim 'Yaratılış' Diyor-20)



Yol Ayrımında İki Kavram: Mikro ve Makro Evrim (Bilim 'Yaratılış' Diyor-20)




















Canlılarda değişme olduğu, inkâr edilmez biyolojik bir gerçektir. Fakat bu değişimin mahiyeti ve derecesi evrimciler için çok büyük bir problemdir. Onlar, ideolojik bir saplantı hâlinde yaratılışı inkâr için bütün himmet ve gayretleriyle türden türe geçiş olduğunu ispatlamaya çalışırken, bu değişimde hiçbir sınır tanımadan bir hücreli hayvanlardan insana kadar bütün canlıların bir ağaç şeklinde dallanarak birbirinden türediğini iddia ederler.



Douglas Futuyma'nın 2005 basımı, Türkçeye de çevrilen Evrim isimli ders kitabına göre, Darwin'in dallara ayrılan hayat ağacının üretilebilmesi için gerekli olan "farklılaşmanın olmazsa olmaz şartı", türleşmedir.1 Evrimcilerin üzerinde durdukları ve olmasını istedikleri, tabiatta müşahede edilmeyen makro evrim, tür seviyesi üstündeki değişikliklerdir. Onlar, meselâ bir kedinin kaplana, onun da aslana ve jaguara dönüşmesi gibi bir beklenti içindedirler. Hâlbuki biyolojik hakikatlere uygun olan ve tabiatta müşahede ettiğimiz "mikro evrim" ise, popülâsyon içerisindeki küçük genetik değişmelerle varyasyonların ve ırkların meydana gelmesidir. Darwincilerin beklentisi ise, "makro evrim" adını verebilecekleri ve dallara ayrılan ağaç yapısındaki bir şema ile temsil edebilecekleri biçimde, tamamen kendine has orijinal, yeni organların ve yeni vücut plânlarının ortaya çıkmasıdır. Evrimin tesadüflere, tabiata ve moleküllerin aklına(!) dayanan böyle bir makro evrimi göstermeleri bugüne kadar mümkün olmadığından, ideolojik bir dayatmayı da îmâ eden "evrim" tabirini kullanmamak ve yanlış anlaşılmalara imkân vermemek için, her zaman müşahede edilen "mikro evrim" yerine "küçük değişiklikler" veya "biyolojik değişim" tabirlerini tercih etmek daha uygun olacaktır.



Evrimci biyologlar da, uzun zamandır, mikro evrim ve makro evrimi birbirinden ayırmaktadırlar. Theodosius Dobzhansky'nin 1937'deki ifadelerine göre: "Var olan türlerin içerisindeki küçük ölçekli değişmeler (bunu mikro evrim olarak adlandırmıştır) ile fosil kayıtlarında gördüğümüz yeni türlerin ortaya çıkışı ve büyük ölçekli değişmeleri (bunu makro evrim olarak adlandırmıştır) birbirine bağlayacak güçlü herhangi bir delil yoktur." Dobzhansky'e göre: "Jeolojik ölçekte uzun zaman gerektiren makro evrim çapındaki değişiklikleri ortaya çıkaracak mekanizmalara dâir bir anlayış insanın hayat süresi içerisinde müşahede edilemez, bu yüzden ancak mikro evrim seviyesindeki değişikliklerden bir hüküm çıkarılması gerekir. Bu sebepten ötürü, şu ânki bilgilerimizle istemeyerek de olsa, makro evrime ve mikro evrime ait mekanizmalar arasına bir eşitlik işareti koymaya ve dayandığımız bu faraziyenin izin vereceği yere kadar araştırmalarımızı sürdürmeye mecburuz."2



Bazı Darwinistler mikro evrim ile makro evrim arasındaki farkı kabul etmemektedirler ve bunlar eleştirilerle karşı karşıya kaldıklarında, mikro ve makro evrim arasındaki farkı yumuşatmaya çalışırlar yahut aradaki farkı tamamen inkâr ederler. Brown Üniversitesi'nden Kenneth R. Miller: "Mikro ve makro evrim arasındaki sun'î ayrılık ortadan kaldırılmalıdır; çünkü makro evrim tabiatta gözlemlenmektedir."3 derken, aslı astarı olmayan bu düşüncesini ispat etmek için, Proceddings of the National Academy of Sciences USA dergisinde 2004 yılında basılan, var olan iki sinek türü üzerinde yapılan deneyler hakkında yazılmış bir makaleden alıntı yapmaktadır. Ancak makalenin yazarları, yeni bir türün oluşumu bir yana, yeni bir ırkın oluştuğunu bile iddia etmemişlerdir.4



Başka bir Darwinist Gary Hurd, mikro ve makro evrim arasındaki farkın sadece yaratılışçıların bir uydurması olduğunu iddia etmiştir. Hurd, Kansas Eyaleti Eğitim Başkanlığı'na şöyle yazmıştır: "Yaratılışçı polemikler dışında hiçbir mânâsı olmayan terimler olan 'makro' ve 'mikro' evrimi birbirinden ayırmanın absürtlüğüne işaret edecek, konusunda ehil başka yorumcuların olacağına eminim."5



Ancak, uzun zaman önce, "mikro evrim" ve "makro evrim" tabirlerini İngilizceye ilk sokan kişi, bir Neo Darwinist olan Theodosius Dobzhansky'dir. Dobzhansky bu tabiri kullanırken, insanların doğrudan gözlemleyebildiği küçük ölçekli değişmeler ile insanların doğrudan asla müşahede edemediği, ancak Darwin teorisine göre peşin bir fikir olarak canlıların tarihçesi içerisinde yine de mutlaka olması gereken büyük ölçekli değişmelerin olduğuna sadece inanmaktadır. Bu sebepten Dobzhansky, mikro evrim adını verdiği tür içindeki küçük değişikliklerin, bir sürecin sonunda makro evrimi açıklamakta yeterli olduğunu varsaymak mecburiyetindedir ve bu faraziyesi ilmî açıdan tartışmalı bir konu olarak kalmıştır. 1940 yılında, Berkeley'de genetikçi Richard Goldschmidt, ana fikri "Mikro evrim gerçekleri, makro evrimi anlamakta yeterli değildir." olan bir kitap yayımlamıştır.6 Goldschmidt kısaca özetlersek; "Mikro evrim, tür sınırının ötesine geçemez ve mikro evrimin tipik ürünleri olan jeolojik ırklar, türleşmeye başlamış türler değildir."6 diyerek, makro evrime gelecek itirazları belirtmektedir.



Benzer şekilde, 1996'da, biyolog Scott Gilbert, John Opitz ve Rudolf Raff Gelişim Biyolojisi dergisindeki ifadelerinde; "Genetik belki mikro evrimin açıklanması için yeterli olabilir; ancak gen frekanslarındaki mikro evrim denilebilecek küçük değişmeler bir sürüngeni bir memeliye, yahut bir balığı bir sürüngene dönüştürebilecek kabiliyette görülmemektedir. Mikro evrim, adaptasyonlara güçlü ya da uygun olanın hayatta kalması çerçevesinde bakar; fakat uygun olanın ortaya çıkmasını izah edemez." dedikten sonra şunu söyler: "Türlerin orijini problemi çözümsüz olarak kalmaktadır."7 Biyolog Sean B. Carroll ise, Nature dergisindeki şu ifadesiyle makro evrimin kolay bir şekilde izah edilemeyeceğini itiraf etmektedir: "Evrim biyolojisinde uzun zamandır tartışılan mesele, hâlâ yaşayan popülâsyonlarda ve türlerdeki gözlemlenebilir süreçlerin (mikro evrim), canlıların tarihçesinin uzun periyotları içerisinde meydana çıkan büyük ölçekli değişiklerin (makro evrim) açıklaması için yeterli olup olmadığıdır."8





Darwin, türlerin, sınırsız olarak değişmeler geçirebilecek ve evrimleşebilecek kabiliyette olduğu kanaatindeydi. Ancak, yüzyıllar boyunca biriken deliller, Darwin'in bu görüşüne ciddi şekilde meydan okumaktadır. Meselâ, hem tabiî hem de sun'î seçim, sadece var olan türler içerisinde bazı özellikler bakımından kısmî bir değişme meydana getirmektedir. Hermon Bumpus tarafından üzerinde çalışılan kuşlar, sadece dar sınırlar içerisinde değişikler göstermiştir.9 Tabiî seleksiyonun işlediğine dâir ders kitaplarında verilen örnek, koyu renkli gece kelebeklerinin, Sanayi İnkılâbı sırasındaki artan sayılarıdır; ancak, koyu renkli kelebekler de, açık renkli kelebekler gibi aynı türün içerisindeki çeşitlerdir. Seçici ıslâhçılıkta da, daha çok etli sığırlar, daha lezzetli tavuklar ve daha çok proteinli mısır elde edilmiş; ancak sığırlar yine sığır, tavuklar yine tavuk, mısırlar da yine mısır olarak kalmıştır. Genetik varyasyonları kullanarak evcil bitki yahut hayvan üretimi, ciddi mânâda artmaktadır; ancak, bütün bu durumlarda, varyasyonlar eninde sonunda durmuş ve daha fazla değişme olmamıştır. Tekrarlamak gerekirse, makro evrim için gerekli olan yeni organlar ve vücut plânları bir yana, kimse yeni bir türün bile seleksiyon tarafından üretilebileceğini gösterememiştir.



Tür sınırlarının tabiî seleksiyonla ve genetik mutasyonlarla aşılabileceği iddiasındaki Neo-Darwinizm, delillerle desteklenmemektedir. Hermann J. Muller, meyve sinekleri (Drosophila) ile yaptığı deneylerde sınırsız bir değişme göstermek istemesine rağmen, onun meyve sinekleri hâlâ meyve sineği olarak kalmıştır. Alman genetikçi Christiane Nüsslein-Volhard ve Eric Wieschaus, meyve sineklerinin gelişmesindeki mümkün olan bütün mutasyonları araştırmak için "mutajenez doyurma" adını verdikleri bir teknik kullanarak farklı gelişme safhalarında görülebilen çok sayıda mutasyon keşfetmişler ve çok çeşitli anomaliler üretmişler; fakat normal hayatlarında sineğe faydalı olacak yahut bir meyve sineğini başka bir türe dönüştürecek bir tek morfolojik mutasyon bulmamışlardır.10



2002 yılında, Kaliforniya Üniversitesi'ndeki biyologlar, karides gibi kabuklu hayvanların böceklere evrimleşmesi için her vücut bölümünden çıkan ayakların azalmasını ve altı ayaklı böceklerin ortaya çıkmasını sağlayan ve 400 milyon yıl önce ortaya çıktığını iddia ettikleri bir mutasyonu bulduklarını önce kısa bir bildiri ile ilân ettiler. Ancak daha sonra çıkan gerçek makalede çok daha mütevazı davranarak, sadece meyve sineği embriyolarının bacak çıkmayan karın (abdomen) bölmelerinde bacak meydana gelmesini engelleyen bir proteini keşfettiklerini söylediler.11 Gerçekten de bu protein, bacakların çıktığı göğüs (thorax) bölmelerinde bulunmuyordu. Ancak, karides embriyosu da benzer bir proteine sahip olduğu hâlde, bu protein karideslerde bacak meydana gelişini engellememektedir. Bu yüzden, karides embriyolarında hem göğüslerinden, hem de karınlarından bacak gelişir. Nitekim meyve sineğinin karnından alınan protein, başka bir meyve sineği embriyosunun göğsüne enjekte edildiğinde, bacak meydana gelmesi engellenmektedir. Ayrıca karidesin karın kısmında bulunan benzer protein, bir meyve sineği embriyosunun göğsüne enjekte edildiğinde, meyve sineğinde körelmiş ve kalıntı hâlde bacaklar gelişmiştir. Evrimcilerin buradan çıkardıkları netice; "Eski zamanlardaki karideslerin karın bölgesinde bulunan proteini kodlayan genin mutasyona uğrayarak şu ânda, meyve sineklerinde bacak meydana gelişini engelleyen bir hâle gelmiş olmasıdır."12



Aslında yapılan şey, sadece bir meyve sineği embriyosunda körelmiş ve kalıntı hâlde bir bacak üretmektir. Asıl yapmak istedikleri, evrim sırasında olduğu iddia edildiği gibi, bir karidesteki bacak sayısını azaltamamışlar ve suda yaşayan bir karidesin, havada nasıl nefes alacağı ve uçacağını açıklayamamışlardır.



Evrimcilerin gündeme getirdikleri diğer bir iddia ise, 1977'de Galapagos adalarındaki ispinozların çoğunun ağır bir kuraklık neticesinde öldüklerinde, hayatta kalanların ortalama daha büyük gagalara sahip olduklarıdır. 2004 yılında, bir araştırma grubu, daha büyük gagalı bu ispinozların, embriyolarında özel bir proteine sahip olduklarını bildirdi ve bu proteinin miktarını artırdıklarında tavuk embriyolarında bu proteinin başka tesirlerinin yanı sıra, gaga şeklinde de değişmeler olduğunu söyledi.13 Fakat bu proteindeki değişmeler, abartılmıştır. Yeni bir ispinoz türü şöyle dursun, yeni tipte bir gagaya sahip bir tavuk veya ispinoz nesli bile üretmemişlerdir. Ayrıca, kuraklık geçip yağmurlar geri döndüğünde, ortalama gaga büyüklüğü yine normale dönmüştür.14



Anlaşılacağı üzere proteinlerdeki değişmeler embriyolara tesir etmekte; fakat bu değişmelerin neticeleri her zaman ya küçük ve önemsiz, yahut zarar verici olmaktadır. Mutant meyve sinekleri üzerindeki çalışmalar, gelişim biyolojisi hakkında bir şeyler öğretmiştir; ancak, evrim hakkında herhangi bir şey öğretmemiştir. Meyve sinekleri embriyoları ile ne yaparsak yapalım, bütün deliller ortaya çıkabilecek üç muhtemel neticeyi göstermektedir: A- normal bir meyve sineği; B- hasarlı bir meyve sineği; C- ölü bir meyve sineği. Asla göremediğimiz şey ise, makro evrim gösteren farklı sinek türleridir.




Yeni türler ve yaratılış


Yeni türler, hayat tarihinde birçok kereler ortaya çıkmıştır. Zaten hiç kimse mevcut bütün türlerin bir ânda yaratıldığını iddia etmemektedir. Zaman içinde İlâhî ilim ve iradenin takdiriyle sebepleri ve şartları hazırlanarak, uygun ortamları ve gıdaları hazır hâle getirildikten sonra değişik zamanlarda canlı türleri yaratılmıştır. Nasıl yaratıldığı konusunda gelişigüzel iddialarda bulunamayız. Her tür; kendine has silâhlarıyla, donanımıyla, bütün organ ve sistemleriyle Sonsuz Bir İlim ve Kudret'in eseri olarak, tesadüfleri, akılsız tabiatı ve şuursuz atomların icraatını reddedecek sanat eserleriyle mücehhez bir şekilde ortada durmaktadır.



Ancak, Darwinci evrim için, yaratılış açısından sıkıntı olmayan bir problem vardır. Türleşme için ortaya atılan evrimci iddialar, bu teori içindeki her şeyin başlangıç noktasıdır. Eğer Darwinizm türleşmeyi açıklayamazsa, ne ileri ne geri giden, kontrolden çıkmış bir gemi gibi olur. Darwinizm'in türleşmeyi açıklamasının sadece bir yolu vardır; bu da, mikro evrimden, makro evrim mânâsını çıkarmaktır. İşte bu yüzden, türleşme için sadece bir mekanizma teklif etmek değil, aynı zamanda inandırıcı deliller de bulmak Darwinizm için çok önemlidir. Bu tarz deliller olmadan, mikro değişikliklerden makro evrim mânâsını çıkarmanın mantıkî bir yolu yoktur.


Peki, ya evrimci biyologlar bir zaman sonra türleşmenin olduğunu deneylerle gösterirlerse ne olur? Bu durum Allah'ın ilim ve kudreti ile yaratması açısından bir problem teşkil eder mi? Cevap; hayırdır. Sebebi de şudur: Eğer, türler, Mayr'in Biyolojik Tür Kavramı (kendileri gibi diğer popülâsyonlardan üreme açısından izole olmuş, kendi aralarında çiftleşebilen organizmalardan oluşmuş popülâsyonlar) olarak tarif edilmişse ve biyologlar iki popülâsyon arasında üreme bakımından daimî bir tecrit (izolasyon) üretebilse (veya ortaya çıkışını gözlemlese), o zaman türleşme konusunda bir mesafe alındığı söylenebilirdi. Fakat buna rağmen yine de, iki popülâsyon, muhtemelen makro evrime yol açacak tarzda bir farklılık göstermeyecektir. Sadece ortak gen havuzundan bazı açılardan farklılıklar gösteren varyas-yonlar ihtiva edecektir; fakat yepyeni ve çok farklı plâna, sisteme ve projeye sahip yeni vücut tipleri ortaya çıkamayacaktır.



Meselâ Hawaii ispinozlarını ele alalım. Bu kuşlar, dünya üzerinde herhangi bir yerde karşınıza çıkabilecek en sıra dışı renkli kuşlardır. Tüyleri çok güzel bir renk cümbüşünü yansıtır ve gagalarının şekli de büyük ölçüde farklılık gösterir. Bir çeşidi (Hemignathus munroi), kendisine has bir adaptasyona sahiptir. Alt gagası düzgün ve ağırdır, böcekleri bulmak için ağaç kakan misali, tahta içerisine delik açmak için bir keski gibi kullanır. Bunun yanında, üst gagası uzun ve bükülmüştür, bunu da böcekleri bulup çıkarmak için bir sonda gibi kullanır. Hawaii ispinozlarının tersine, Kuzey Amerika ana karasındaki ispinozlar, donuk renkli kuşlardır. Neden Hawaii ispinozları, ana karadaki ispinozlardan bu kadar farklıdır?



Darwin teorisine göre, tek bir çeşide ait birkaç kuş (veya hamile bir dişi), bir şekilde geçmiş zamanda ana karadan Hawaii'ye geldiler. Bu kuşlardan türeyenler daha sonra şu an gördüğümüz çarpıcı farklılıkları üretmek üzere yeni ortamları içerisinde özelleştiler. Ancak bu değişimler içerisinde, ispinozların temel vücut yapısı ve morfolojik özellikleri korunmuştur. Bir başka deyişle, sadece belli sınırlar içerisinde bir farklılaşma olmuştur. Hawaii ispinozlarının farklı formları (bildiğimiz kadarıyla), üreme açısından birbirlerinden izole olmuş durumdadırlar ve böylece Biyolojik Tür Kavramı'na göre ayrı tür olmuştur. Buna rağmen, bu farklı Hawaii ispinoz formları arasındaki fark, sözgelimi, her biri aynı türe mensup, farklı köpek nesillerinin arasındaki farktan daha fazla değildir. Aslında, bazı köpek ırklarının arasındaki morfolojik farklılık, Hawaii ispinoz türlerinin arasındaki farklılıktan çok daha büyüktür.



Ancak Darwinci evrim açısından asıl soru hâlâ cevapsızdır: Yeni organlar veya yeni vücut plânları gibi yeniliklerin kaynağı, menşei nedir? Harvard'dan Marc W. Kirschner ve Berkeley'den John C. Gerhart'a göre, Darwin teorisi yeni varyasyonlar, fizyolojiler, anatomiler ve davranışlar gibi biyolojik yeniliklerin kaynağı hakkındaki görmezden gelmekten kaynaklanan "büyük boşluk" diye adlandırdıkları bir problemden dolayı sıkıntı çekmektedir. Ayrıca "yenilikleri görmezden gelme", evrim teorisi içindeki "büyük zayıflıktır" ve "diğer her şeyi şüphe altında bırakmaktadır" şeklinde birçok ifadeleriyle de itiraflarını belgelemişlerdir.15



Evrim teorisindeki, bu probleme çare bulmak için, Kirschner ve Gerhart, "kolaylaştırılmış varyasyon" olarak adlandırılan bir teori öne sürmüştür. Buna göre, Darwin'in tesadüfî varyasyonları, evrim için faydalı ve işe yarayışlı olacak varyasyonlara doğru meyil göstermektedir. Peki, bu meyelân nereden kaynaklanmaktadır? Böyle bir temayül, kesin bir şekilde, sonsuz ilim ve irade sahibi, hikmetli yaratan bir Allah'ı gösterebilir. Aslında, onlar, akılsız ve şuursuz tabiatın bir organizmaya tecrübe edebileceği varyasyonları sınırlandırıp dizginleyerek verecek bir sistem aramaktadırlar; fakat ilimden ve bilgi birikiminden, akıldan ve şuurdan mahrum bir organizma, böyle sınırlandırılmış bir sisteme ilk olarak nasıl sahip olacaktır? Hangi varyasyon hangi sınırlar dâhilinde, hangi sırayla, hangi dozda ve seviyede çıkacağını nasıl bilecektir? Bu soru da evrimcilerin asla cevaplayamadıkları bir sorudur.



Bu açıdan, biyolojik yeniliklerin kaynağı problemi, evrim teorisi açısından çözümsüz olarak kalmıştır. Üreme açısından izolasyon herhangi bir biyolojik yenilik ortaya çıkarmadığından dolayı, daha önce birbirleri arasında çiftleşebilen iki popülâsyonun zaman bakımından yahut jeolojik olarak birbirinden ayrılması da problemi çözmez. Bu problem, evrimcilerin üreme açısından tecrit olmuş popülâsyonun genetik olarak farklılaşmasını açıklamak için başvurduğu mekanizma ile de çözülemez. Kurucu fertlerden veya genetik sürüklenmeden kaynaklanan gen frekanslarındaki değişmeler, sadece var olan varyasyonların değişik tarzda yeniden düzenlenmesidir ve bunlar yeni genler ortaya çıkaramazlar. Tabiî seleksiyon da, sadece mükemmel bir ölçü ve sisteme bağlı olarak yaratılmış varyasyonlar üzerinden çalışır; ekosistemdeki gıda zincirinin işletilmesine ve ilâhî kaderine bağlı olarak bazıları korunurken bazılarını elenir. Alman botanikçi Hugo de Vries'in 108 sene önce söylediği gibi:"Tabiî seleksiyon, en uygun olanın hayatta kalmasını açıklar, ancak bu en uygunun nasıl ortaya çıktığını açıklayamaz."16



Hiçbir şey olmasa bile, Darwinistlerin, türleşmeyi açıklamak için başvurdukları mekanizma, genetik bilgide net bir kayba sebep olacaktır. Dezavantajlı varyasyonların tabiî seleksiyon ile elenmesi veya belirli genlerin genetik sürüklenme ile kaybolması, ata popülâsyonlarda var olan genetik çeşitliliği gerçekte azaltır. Bu durumda türleşemeye sebep olduğu düşünülen evrim mekanizmaları, dünya üzerindeki canlılarda gördüğümüz o muhteşem farklılıklar hâlinde sergilenen fonksiyonel bilgideki artışın kaynağı olamaz. Bilgi kaybıyla ilerlemeye çalışan bir evrim, eninde sonunda bir yerde sona erecektir. Organizmalar, türleşme esnasında yeterli miktarda genetik bilgi kaybederlerse, hayatta kalmaları tehlikeye girer ve netice, evrimden ziyade neslin tükenmesi olur.



Biyolojik çeşitliliğe ve tür içi değişikliklere sebep olan maddî mekanizmalar, ancak yaratılmış mevcut sistem içindeki prensipler çerçevesinde işletilerek ırk ve çeşitlerin zenginleşmesine vesile olur.



Yaratılış inancı türleşmeye ne ihtiyaç duyar ne de onu dışlar. Türleri sanki değişmez olarak yaratılmış da görmez. Çünkü statik ve değişmeyen sabit bir form düşüncesi de Yaratıcı'nın kudretine ve ilmine eksiklik getirir. Tabiî seleksiyon ve zâhiren tesadüfî gibi görünen genetik değişmeler küllî bir kaderî plânla ortaya konulan İlâhî bir icraat olup, maddî mekanizmalar ve sebeplerin kendi başlarına yapabilecekleri işler değildir. Varyasyonların miktarlarında ve kalitesinde kaderî açıdan belirlenmiş keskin sınırlar vardır. Sonsuz ilim sahibi Yaratıcı aynı zamanda, bütün varlıkları ve hususiyle hayat sahiplerini bütün fizikî durumlara ve şartlara göre yönlendirip, onların uyum sağlayabilmesi, hayatta kalabilmesi için gerekli teçhizatı ve maddî mekanizmaları ihsan etmesiyle uygun düşecek kapasite ve kabiliyeti de yarattıklarına vermiştir. Bu tarz bir yaratma ile yönlendirilmiş hayat formlarının içerisinde İlâhî sanatı ortaya çıkaracak yeni bilgiler, her zaman ortaya çıkabilecektir. Bunun nasıl gerçekleştiği, pozitif bilimin sınırlarını aşan, ancak vicdanla, akleden kalble ve kısacası imanla cevaplanabilir.



Dipnotlar:


1-Futuyma, D, J. (2005): Evolution. Sunderland, Massachusetts, Sinauer Associates, p.401

2- Dobzhansky, T. (1982): Genetics and the Origin of Species, (1937; reprinted New York: Columbia University Pres, p.12.

3- Miller, K. R. (2005): Statement to the Kansas State Board of Education. http://www.ksde.org/outcomes/sciencereviewmiller.pdf

4- Linn, C.E.Jr., Dambrobki, H.R., Feder, J.l., et al. (2004): Postzygotic Isolating Factor in Sympatric Speciation in Rhagoletis Flies: Reduced Response of Hybrids to Parental Host-Fruit Odors. Proceedings of thi National Academy of Sciences USA 101. 17753-17758.

5- Hurd, G. (2005): To the Committee, review of proposed changes to Kansas State Science Standarts. http://www.ksde.org/outcomes/sciencereviewhurd.pdf

6- Goldschmidt, R. (1940): The Material Basis of Evolution (New Haven:Yale University Press, No:8.

7-Gilbert, S.F., Opitz, J.M. and Raff, R.A. (1996): Resynthesizing Evolutionary and Developmental Biology. Developmental Biology 173: 357-372

8- Carroll, S.B. (2001): The Big Picture. Nature 409: 669.

9- Johnston, R.F., Niles, D.M. and Rohwer, S.A. (1972): Hermon Bumpus and Natural Selection in the House Sparrow Passer domesticus. Evolution Vol. 26, No. 1 (March), pp. 20-31 Society for the Study of Evolution.

10-Nüsslein-Volhard, C. and Wieschaus, E. (1980): Mutations Affecting Segment Number and Polarity in Drosophila. Nature 287: 795-801.

11- Ronshaugen, M., McGinnis, N. and McGinnis, W. (2002): Hox Protein Mutation and Macroevolution of the Insect Body Plan. Nature 415: 914-917.

12-Wells, J. (2002): Mutant Shrip? - A Correction. Discovery Institute. February 11.

13- Abzhanov, A. Protas, M., Grant, B.R., Grant, P.R. and Tabin, C.J. (2004): Bmp4 and morphological variation of beaks in Darwin's finches. Science 305:1462-1465.

14- Gibbs, H. L.,Peter R. Grant, P. R. (1987): Oscillating selection on Darwin's finches. Nature 327, 511 - 513 (11 June)

15- Kirschner, M.W. and Gerhart, J. C.(2005): The Plausibility of Life: Resolving Darwin's Dilemma (New Haven, Connecticut: Yale Universitiy Press). Önsöz'de geçiyor.

16- De Vries, H. (1904): Species and Varieties: Their Origin by Mutation. Reprinted New York:Garland, 825-826.



8 Mayıs 2012 Salı

Evrimcilerin Türleşme İddiaları Ne Kadar Doğru? (Bilim "Yaratılış" Diyor–19)



Evrimcilerin Türleşme İddiaları Ne Kadar Doğru? (Bilim 'Yaratılış' Diyor–19)


Evrimciler; hırsla ve büyük ümitlerle en büyük delil diye düşündükleri bir türün farklı bir türe dönüşmesine ait ilmî veri, belge ve fotoğrafları inkâr edilemez şekilde kamuoyuna sunmayı beklemektedir. Maalesef spekülatif ve sübjektif yorumlar dışında, bir türün diğer bir türe dönüştüğüne dâir müşahhas bir bilgi yoktur. Üreme açısından izole olduğu için genetik bakımdan değişerek yeni bir türün ortaya çıktığına dâir ellerinde bir delil olmamasına rağmen bazı Darwinciler, hâlâ çok sayıda yeni türün ortaya çıkmakta olduğunu iddia etmektedir.1 İddia edilen bu örneklerin çoğu, aslında türlerin nasıl ortaya çıkmış olabileceğine dâir evrim teorisini savunmak için kullanılan, var olan türlere dâir bir analizdir. Ancak, türleşmeye dâir bir teoriyi desteklemek için mevcut yaşayan türler üzerinde analiz yapmak, başından sonuna kadar bir türleşme hâdisesini meydana gelirken gözlemlemekle aynı şey değildir.



Türleşme olduğu iddia edilen bazı gözlemler, kromozom sayısındaki artıştan veya "poliploidi"den dolayı sadece çiçekli bitkilerde görülen bir durumdur ve iki türün yeni bir tür oluşturmak için melezlenmesi neticesi meydana gelir.2,3 Evrimci biyolog Douglas Futuyma'ya göre: "Bazı bitkiler arasındaki poliploididen dolayı meydana gelen bu tip türleşme, tamamen farklı ve yeni karakterler sağlamaz, dolayısıyla yeni bir cinsin veya daha yüksek seviyede bir sınıflandırma grubunun evrimine sebep olmadığından, sekonder (ikinci derece) türleşme olarak isimlendirilmelidir."4 Hayvanlarda bir türün alttürlere ayrılması bu çerçevede değerlendirilebilir. Alttürler veya ırklar ise yeni bir tür değildir. Hâlbuki Darwinci evrim, var olan tek bir türün, yeni türlere ayrılmasına (birinci derece türleşme) daha sonra da oluşan bu yeni türlerin, yeniden farklılaşıp tekrar yeni türlere ayrılmasına dayanır. Dolayısıyla Darwinci evrim tarafından iddia edilen, dallanan ağaç yapısını, ikinci derecede bir farklılaşma (ırk meydana gelmesi) meydana getiremez. Böyle dallanan ağaç yapısı ancak (hiç meydana geldiği görülmeyen) birinci derecede bir türleşme durumunda meydana gelebilir.



Melezleme olmadan da fizikî veya kimyevî müdahale ile poliploidi (kromozom artışı) yapılabilir; fakat böyle yeni ırkların çıkarılması şeklindeki melezleme ancak bitkilerde görülmektedir. Meselâ, yirminci yüzyılın başlarında, İsveçli bilim adamı Arne Müntzing iki bitki türünü melezlemiştir. En çok bilinen poliploidi tipi olan, kromozomların iki katına çıkarılması şeklindeki çalışmalarda, yeni melezler üretildikçe bunların da yine nane ailesinin bir üyesi olan ve zaten yaratılıştan tabiatta bulunan benzer bitkiler olduğu görülmüştür. Müntzing, bu bitkilerin zaten tabiatta bulunmasından dolayı, kendisinin tercihli ve iradî olarak meydana getirdiği, aynı melezleme süreci ile ortaya çıktığı neticesine ulaşmıştır.5




















Melezleme ile türleşmenin meydana geldiğine dâir diğer bir örnek 2006 yılında, Nature dergisinde yayımlanmıştır. Merkezî Amerika kelebeklerindeki melezleme ile türleşme olduğuna dâir bu iddianın mahiyetinin hangi derecede olduğu, yani bir ırk mı, yoksa yeni bir tür mü olduğu henüz belli değildir. Ancak, melezleme ile ortaya çıkan yeni fertler (poliploidi olsun olmasın) çok büyük çoğunlukla, alttürleri veya ırkları meydana getirmektedir. Bu durum Darwin teorisi tarafından ihtiyaç duyulan birinci tipteki gerçek bir yeni tür ortaya çıkması değildir. Darwinci evrim, bu konuda tam aksini iddia etmektedir; onlar bir türün, birbirinden ayrılmaya başladığını ve neticede ikiye ayrılarak yeni tür meydana getirdiğini söylemektedir. Hâlbuki melezleme bunun tam aksine iki ayrı türün birleşerek ortalama bir özelliğe sahip bir tip oluşturmasından bahseder. Bu açıdan, yeni hayvan türlerinin melezleme ile oluştuğu keşfedilse bile, bu Darwinizmi doğrulamaz.6



Medya dünyası, gerçek türleşmeyi destekleyen bir örnek bulamadığından, türlerin ortaya çıkmasının bir yolu olarak gördükleri melezleme çalışmaları neticesi ortaya çıkan bir ırkı bile müthiş bir abartma eğilimindedir. Meselâ, 9 Haziran 2004'te, BBC'de, "Bilim adamları yeni bir türün doğumunu görmektedir." şeklinde bir haber verilmiştir.7 Ancak, BBC'nin raporunu dayandırdığı makale, var olan iki meyve sineği türünün tamamen üretken yavrular vermese de melezlenebileceğine dâirdir. BBC'nin, yeni bir türün doğumuna dâir kendinden emin raporunun aksine, bilim adamlarının: "Melez erkek kısırlığının basit bir temeli yoktur ve önceki Drosophila türleşme çalışmaları muhtemelen sadece özel bir hikâyedir."8 şeklindeki ifadeleri, gerçekte çıkan neticenin daha değişken veya kararsız olduğunu belgelemektedir.



Darwinistler tarafından iddia edilen türleşme hikâyelerinden sadece beşi, birinci derecede türleşme iddiasına biraz yaklaşmıştır. 1962 yılında, J. M. Thoday ve J. B. Gibson, Drosophila'ya (meyve sineği) ait bir tek populasyon içerisinde bulunan sadece çok fazla sayıda tüycüğe sahip fertler ile çok az sayıda tüycük sahibi fertleri çiftleştirmiştir. On iki nesil sonrasında, hem tüycük sayılarında farklılık gösteren, hem de kısmî izolasyon gösteren iki populasyon üretilmiş; ancak deneyi yapanlar bile yeni bir tür ürettiklerini iddia etmemişlerdir. Ayrıca, diğer lâboratuvarlar da, bu araştırmacıların neticelerini tekrar elde etmekte başarılı olamamıştır.9



İkinci olarak, 1958 yılında Theodosius Dobzhansky ve Olga Pavlovsky, Kolombiya'daki bir sinek soyuna ait tek bir dişiyi kullanarak, lâboratuvarda bir meyve sineği populasyonu oluşturmaya başlamıştı. Lâboratuvarda, bu sinek ile diğer soylar arasında çaprazlamalar yaparak kısır olmayan melezler ürettiler. Ancak 1963'te, yapılan benzer çaprazlamalarda kısır melezler meydana gelmiştir. 1966'da Dobzhansky ve Pavlovsky, 1958'de açıkladıkları neslin, "lâboratuvarda 1958 ile 1963 yılları arasında bir zamanda ...yeni bir ırk veya türleşmekte olan bir tür"e dönüştüğü sonucuna varmışlardır.10 Ancak Coyne ve Orr, 2004'te, bu neticenin "Diğer alt türlere ait kültürlerden bir bulaşmadan kaynaklanıyor." olmasından şüphe ettiklerini yazmışlardır.11 Her durumda da, Dobzhansky ve Pavlovsky, yeni bir tür değil, sadece "yeni bir ırk" rapor etmişlerdir.



Üçüncü olarak, 1964 yılında biyologlar, Los Angeles Limanı'ndan bazı deniz solucanları toplamışlar ve bunları bir lâboratuvar kolonisi başlatmak için kullanmışlardır. On iki yıl sonra aynı yere geri döndüklerinde, orijinal populasyon yok olmuştur, bu yüzden de birbirinden kilometrelerce uzaklıkta diğer bölgelerden solucanlar toplamış ve bunları iki yeni lâboratuvar kolonisi üretmek için kullanmaya başlamışlardır. 1989'da, araştırmacılar görmüştür ki, bu iki yeni koloniler kendi aralarında çiftleşebilmektedir; ancak yirmi beş sene önce meydana getirilen Los Angeles Liman Kolonisi ile çiftleşememektedirler. 1992 yılında James Weinberg ve çalışma arkadaşları bu durumu, orijinal koloninin "1964'ten öncesine nazaran, 1964'ten sonra lâboratuvarda türleştiği" faraziyesine dayanarak, "hızlı türleşme"ye ait müşahede edilmiş bir örnek olarak adlandırmışlardır.12 Ancak birkaç yıl sonra, Weinberg ve arkadaşları, yaptıkları çalışmada, orijinal türün "1964'te ilk örneklemenin yapıldığı zamanda bile" yani çok önceden, diğer iki yeni türden "farklı bir tür" olduğunu göstermişlerdir.13 Kısaca söylersek hiçbir türleşme olmamıştır.



Evrimcilerin türleşme için verdikleri dördüncü deney, 1969'da E. Paterniani tarafından yapılmıştır. O, sadece bir hususiyete dâir iki aşırı ucu taşıyan fertleri çiftleştirmiş, neticede "iki mısır populasyonu arasında neredeyse tamamen bir üreme izolasyonu" meydana gelmiştir. Fakat E. Paterniani kendisi bile yeni bir türün üretildiğini iddia etmemiştir.14



Evrimcilerin türleşme hakkında iddia ettikleri son delil ise şudur: 1980'lerde William R. Rice ve George W. Salt, bir meyve sineği populasyonunu sekiz farklı çevrede yaşatmış ve daha sonra, en aşırı çevre şartlarını tercih eden sinekleri almış ve sadece bunların çiftleşmelerine izin vermiştir. Otuz nesil içerisinde, sinekler kendiliğinden, birbirleri ile çiftleşemeyen iki ayrı populasyona ayrılmıştır. Buna rağmen yine de, Rice ve Salt iki yeni tür ürettiklerini iddia etmemiştir. Daha mütevazı olarak, "türleşme başlangıcının" yaşandığına inanmışlardır.15



Yukarıda örneklerini verdiğimiz beş türleşme iddiasından dördünün türleşmeyle hiç alâkasının olmadığı ilk başta söylenmiş, sadece biri (Weinberg'inki) gerçek türleşme olduğunu iddia etmiştir ve daha sonra bu iddia da geri çekilmiştir.



Peki, "başlangıç safhasındaki türleşme" nedir? Darwin şöyle yazmıştır: "Benim görüşüme göre, canlılardaki çeşitlilikler, oluşum süreci içerisindeki türlerdir; biz bunları, başlangıç safhasındaki türler olarak adlandırıyoruz."16 Peki bu durumda iki ırkın, ayrı iki tür olma süreci içerisinde olup olmadığını nasıl bileceğiz? Saint Bernards köpeği ve Chihuahuas köpekleri iki farklı çeşittir ve normalde birbirleri ile çiftleşemezler; ancak aynı türe (köpek türüne) mensupturlar. Evrimcilere göre bu iki çeşit, ayrı iki tür olma yolundadır. Daha önce bahsedilen Rhagoletis pomonella'nın iki çeşidi, normal tabiat şartlarında birbirleri ile çiftleşmez. Ancak birbirlerine tamamen benzemektedir ve lâboratuvar şartlarında zorlandıkları takdirde birbirleri ile çiftleştirilebilirler. Bunlar da farklı köpek ırkları gibi, aynı türün elemanlarıdır. Bunları "başlangıç türleri" olarak adlandırmak daha sonraları ayrı birer tür olacakları iddia etmek, sadece evrimcilerin aşırı hoşgörülü tahminlerinden başka bir şey değildir. Bunların ayrı birer tür olacaklarını kim iddia edebilir? Bu tahminlerin doğru çıkıp çıkmayacağını görmek için, kısa ve sınırlı hayat sürelerimiz kâfi gelmez.

















Bu sebepten Darwinciler, çok uzun zaman alacağı gerekçesi ile türleşme için gerekli örnek eksikliğinin üzerinde durmazlar. Görüldüğü gibi, üzerinde bu kadar gürültü koparılan evrimin en önemli ve birinci basamağı olan türleşme konusunda, doğrudan gözlem yapılacak malzeme olmadığından, bütün iddialar dolaylı tahmin ve yakıştırmalara dayanmaktadır. Darwinciler, bütün türlerin varyasyon ve tabiî seleksiyon yolu ile tek bir ortak atadan geldiğini iddia etmektedir. Ancak, tek bir gözlemlenmiş durum gösterinceye kadar ispatlanmış ilmî bir gerçek olarak değil, iddiaları doğrulanmamış faraziye olarak kalmalıdır. Bristol Üniversitesi'nden bakteriyolog Alan H. Linton, 2001 yılında, türleşmenin doğrudan delili olup olmadığını değerlendirirken, tam olarak bu noktaya dikkat çekmiştir: "Literatürdeki iddiaların hiçbirinde olmayan ?ey, bir t?r?n bir ba?ka t?re evrimle?ti?inin g?sterilmesidir. Bakteriler, ba??ms?z şey, bir türün bir başka türe evrimleştiğinin gösterilmesidir. Bakteriler, bağımsız hayatın en basit formudur ve üreme sürelerinin yirmi veya otuz dakika kadar olması ve bir populasyonun elde edilmesinin sadece sekiz saat sürmesi açısından, hızlandırılmış bir süreç içinde evrimi gösterebilecek bir çalışma için ideal canlılardır. Ancak 150 yıllık bakteriyoloji bilimi boyunca, bir bakteri türünün bir başka türe dönüştüğüne dâir hiçbir delil yoktur. En basit tek hücreli hayat formlarında bile, türlerin değişmesine dâir bir delilin bulunmamasından dolayı, yüksek seviyedeki çok hücreli organizmaların bütün şubeleri bir yana, bakteriler gibi prokaryotik hücrelerden, bitkiler ve hayvanlar gibi eukaryotik hücrelere evrimleşmeye dâir hiçbir delilin bulunmaması şaşırtıcı değildir."17



Bu yüzden, alttürlerin (ırkların) ortaya çıkmasına ait tabiî (coğrafî olarak ayrılmalarından dolayı) veya insan müdahalesiyle ortaya çıkan ırklaşma örnekleri (köpek, güvercin, koyun, sığır ırkları gibi) dışında, hakiki bir türleşmeye ait deliller yoktur. Evrimci biyolog Lynn Margulis ve Dorion Sagan'ın 2002'de yazdığı gibi: "İster uzak Galapogos adalarında olsun, ister, meyve sineklerinin lâboratuvardaki kafeslerinde olsun veya paleontologların kalabalık çökelmiş kayaçlarında olsun, türleşme, şu ana kadar asla doğrudan gözlenmemiştir."18

Dipnotlar1. CALLAGHAN, C. A. (1987): Instances of Observed Speciation. The American Biology Teacher 49, p.34-36.

2. RAMSEY, J. and SCHEMSKE, D.W. (2002): Neopolyploidy in Flowering Plants. Annual Review of Ecology and Systematics 33:589-639.

3. ROSENTHAL, D.M., RIESEBERG, L.H. and DONOVAN, L.A. (2005): Re-creating Ancient Hybrid Species' Complex Phenotypes from Early-Generation Synthetic Hybrids: Three Examples Using Wild Sunflowers. The American Naturalist 166:26-41.

4. FUTUYMA, D.J. (2005): Evolution. Sunderland, Massachusetts: Sinauer Associates, 398 p.

5. MUNTZING, A.(1932): Cytogenetic Investigations on Synthetic Galeopsis tetrahit. Hereditas 16 (1932): 105?154.

RAMSEY, J. and Douglas W. SCHEMSKE, D. W.(2002): Neopolyploidy in Flowering Plants. Annual Review of Ecology and Systematics 33: 589?639.

6. MAVAREZ, J. et al.(2006): Speciation by Hybridization in Heliconius Butterflies. Nature 441: 868?871.

7. WHITEHOUSE, D. (2004): Scientists See New Species Born. BBC News, June 9, available online at http://news.bbc.co.uk/2/hi/science/nature/3790531.stm (last accessed January 16, 2007).

8. LAURA K. REED, L. K. and THERESE A. MARKOW, T. A. (2004): Early Events in Speciation: Polymorphism for Hybrid Male Sterility in Drosophila. Proceedings of the National Academy of Sciences USA 101 (June 15, 2004): 9009?9012

9. THODAY, J.M. and J. B. GIBSON, J.B. (1962): Isolation by Disruptive Selection. Nature 193: 1164-1166.

10. DOBZHANSKY, T. AND PAVLOVSKY, O. (1966): Spontaneous Origin of an Incipient Species in the Drosophila paulistorum complex. Proceedings of the National Academy of Sciences 55: 727-733.

11. COYNE, J. A. and ORR, H.A. (2004): Speciation. Massachusetts: Sinauer Associates, 138.

12. WEINBERG, J. R., STARCZAK, V. R. And JÖRG, D. (1992): Eviedence for Rapid Speciation Following a Founder Event in the Laboratory. Evolution 46: 1214-1220.

13. RODRIQUEZ-TRELLES, F., WEINBERG, J. R. and AYALA, F. J. (1996): Presumptive Rapid Speciation After a Founder Event in a Laboratory Population of Nereis: Allozyme Electrophoretic Evidence Does Not Support the Hypothesis. Evolution 50:457-461

14. PATERNIANI, E. (1969): Selection for Reproductive Isolation Between Two Populations of Maize, Zea mays L. Evolution 23:534-547.

15. RICE, W. R. and SALT, G.W. (1988): Speciation via Disruptive on Habitat Preference: Experimental Evidence. The American Naturalist 131:911-917.

16. DARWIN, C. (1859): On the Origin of Species. p.111

17. LINTON, A. (2001): Scant Search fort the Maker. The Times Higher Education Supplement (April 20, 2001), Book Section, 29.

18. MARGULIS, L. and SAGAN, D. (2002): Acquiring Genomes: A Theory of the Origins of Species (New York: Basic Books, p.32.


3 Mayıs 2012 Perşembe