12 Eylül 2011 Pazartesi

Fosil Kayıtlarındaki Patlamalar ve Boşluklar (Bilim Yaratılış Diyor -11)





(Bilim 'Yaratılış' Diyor -11)



Fosil Kayıtlarındaki Patlamalar ve Boşluklar



Hayatın geçmiş tarihini gösteren bir video kaydımız olmadığından, geçmiş hakkındaki bilgileri -el yordamıyla da olsa- fosillerden elde etmek mecburiyetindeyiz. Kesik, silik, kopuk ve parçalanmış da olsa, hayatın geçmişine ait taşıdığı bilgiler sebebiyle fosiller önemlidir. Ancak evrimcilerin mübalâğa ettiği gibi fosiller evrime destek olmamakta, bilakis onu yalanlamaktadır. Bu hususu fosillere ait üç konu etrafında ele almak gerekir: 


1-Kambriyen patlaması, 2- Durgunluk, 3- Boşluklar.


1- Kambriyen Patlaması: Günümüzden yaklaşık 540 milyon yıl önce başlayıp, 490 milyon yıl önce sona erdiği tahmin edilen Kambriyen dönemine ait kayalardaki fosillere bakıldığında, hayvan çeşitlerinde birden ortaya çıkan bir bolluk görülmektedir. Bu dönem boyunca bilinen hayvan şubelerinin (filum) % 95 gibi büyük bir çoğunluğunun, 5–10 milyon yıl gibi kısa bir sürede yaratıldıkları anlaşılmaktadır. Bundan sonra, birkaç istisna dışında, jeolojik kayıtlar boyunca, yeni hayvan şubelerinin ortaya çıkması durmuştur. Hayvan şubeleri, temel özellikler bakımından çok farklı hayvan formlarına ait sistematik gruplar ihtiva eder. Bunlar vücut yapılarındaki temel morfolojik farkların büyüklüğü ile birbirinden kolayca ayrılır. Meselâ bir böcek ile denizyıldızı, bir solucan ile balık veya süngerin sistem ve organları arasındaki temel farklılıkların büyüklüğü çok açık bir ilâhi irâdenin tercihini gösterir. Evrim teorisi, hayvanlar âlemindeki filumlar gibi büyük taksonomik gruplara ait böyle büyük miktardaki değişik vücut plânlarının birdenbire ortaya çıkmasını açıklamak zorundadır.


Kambriyen patlamasından kaçan evrimciler


Kambriyen patlaması, klâsik evrim teorisi için ciddi bir problem olsa da, bazı Darwinciler, Kambriyen patlamasının kendi teorileri için gerçek bir sıkıntı olmadığını iddia etmektedir. Bu iddiaları seslendirenlerden Budd ve Jensen, çoğu taksonomist ve sınıflandırmacı biyolog tarafından kullanılan, "filum (şube)" ve "vücut plânı" isimlendirmelerinin, aslında hayvanların nasıl evrimleştiğini anlamak için bir engel olabileceğini iddia etmiştir. Bu yazarlara göre, hayvanların evrimleşme açısından birbiriyle münasebet içinde olmaları mantıkî bir gerekliliktir(!) Bu, hem vücut plânlarını belirleyen, hem de ortak atadan gelmeyi düzenleyen bir evrim ve filogenetik ölçü olabilir(!)1 Budd ve Jensen, böyle bir teklifte bulunarak, akıllarınca taksonomiyi (sınıflandırma) yeniden tanımlamaya çalışmışlardır. Ancak Kambriyen patlamasında çok sayıda vücut plânının âniden yaratılarak ortaya çıkışı böyle basit bir ifade ile açıklanamayacak kadar güçlü bir tespittir.2

Bir problemi yeniden tanımlamak, hiçbir zaman onu ortadan kaldırmaz. Bir midye ile bir denizyıldızı yahut bir böcek ile bir kurbağanın vücut plânlarındaki temel farklılık, sadece terminolojide oynanarak ortadan kaldırılamaz. Yaratılıştaki hiyerarşik sistematiği ve canlı vücutlarında görülen matematikî mükemmelliği gördüğü halde reddeden bir taksonomistin, belli karakterlere dayandırarak yaptığı sınıflandırma sistemi, ister istemez objektiflikten uzak olmaya mahkûmdur. Ancak, kelime oyunları ile başka mânâlar verilemeyecek ve hasıraltı edilemeyecek gerçek farklılıklar vardır.

"Kambriyen patlamasından önceki zamanlardaki geçiş fosillerindeki eksiklik, atalardaki eksikliği gösterir." fikrini reddetmek için, evrimcilerin sığındıkları diğer bir makaleye göre,3 Kambriyenden 40–50 milyon yıl öncesine ait, mikroskobik, yumuşak vücutlu çift taraflı (iki yanlı veya bilateral) simetriye sahip solucanlar gibi hayvanlar bulunmuştur. Kambriyen patlamasında ortaya çıkan hayvan filumları için ortak bir ataya ihtiyaç duyulduğundan, evrimcilerin yeni senaryosu için bu küçük solucan benzeri hayvanlar güzel birer adaydır. Bu fosilleşmiş organizmanın Kambriyen'deki hayvan filumlarının ortak atası olduğuna ve evrimleştiğine dâir ise, hiçbir müşahhas delil yoktur. Bu delil yetersizliğine rağmen karar verebilmek, ancak ideolojik bir saplantıyı gerektirir.

Bu solucan benzeri fosiller, herhangi bir şeye evrimleşmemiş ve yaratıldığı şekilde kalmış canlılar da olabilir. Kambriyen patlamasından 40–55 milyon yıl önce yaratıldığı düşünülen, iki yanlı simetri gösteren bu solucanların, Kambriyen'deki diğer organizmalara nasıl dönüştüğüne dâir hiçbir delil yoktur. Pre-Kambriyen dönemine ait iz fosilleri yıllardan beri bilinmektedir. Sözkonusu fosiller de belki, zaten dolaylı delillerin var olduğu pre-Kambriyen solucan şubesi için doğrudan bir delil olabilir.

Darwin, Türlerin Menşei adlı kitabında, "Eğer teori doğru ise, yer kabuğunun en alt [Kambriyen] tabakası zaman içinde birikmeden önce... dünyanın canlı yaratıklarla dolup taşması kaçınılmazdır." demektedir. Ancak, Darwin de, "hayvan âleminin ana bölümlerinin birçoğunun fosil taşıyan, bilinen en alt kayalarda –ki bu tabaka Kambriyen dönemine aittir- birden bire ortaya çıktığını" biliyordu. Darwin bu zor durumu kendisi de, "şuan için açıklanamaz olarak kalması gereken" ve "belki burada öne sürdüğümüz iddialara karşı geçerli bir düşünce olduğu..", "ciddi bir problem.." gibi ifadeleriyle itiraf etmiştir.4

Darwin'in takipçilerinin çoğu, Kambriyen patlamasına dâir fosil delillerini küçük göstermeye veya açıklamaktan kaçınmaya çalışmıştır. Bunun için de pre-Kambriyen dönemine ait fosillerin "kolaylıkla korunamayan", "bu hayvanların mikroskobik seviyeye yakın küçüklükte ve yumuşak vücutlu olmalarından dolayı" fosilleşemediklerini ve bulunamadıklarını imâ etmeye başlamışlardır. Kambriyen zamanına veya ondan önceye ait küçük yumuşak vücutlu fosilleri tanımlayan yayınlardan yukarıda bahsetmiştik.3 Eğer bu hayvanlar fosilleşebilmişlerse, evrimcilerin ihtiyaç duyduğu sayısız atalar neden fosilleşemesin? Kambriyen patlaması konusunda uzman olan paleontolog James Valentine ve Douglas Erwin'in de yazdığı gibi, "Patlama gerçektir ve fosil kayıtlarındaki eksikliklerle maskelenemeyecek kadar büyüktür."5

Bütün bunlardan sonra, Kambriyen'de âniden yaratılan hayvan şubelerinin ortak atalarının olmadığını söylemek daha gerçekçi değil midir? Binlerce fosil bulunmasına rağmen, Kambriyen öncesine ait geçişlerin hâlâ olmaması, onların hiçbir zaman mevcut olmadığını düşünmeyi daha mantıklı hâle getirmektedir.

2-Durgunluk: Fosil kayıtlarıyla ilgili ikinci problem, durgunluk (staz) olarak tarif edilebilir. Bir canlı formuna ait fosil, herhangi bir tabakanın kayıtlarında görüldükten sonra, birçok kaya tabakası boyunca, büyük nispette değişmeden kalma eğilimindedir. Bu canlının nesli günümüze kadar devam edebilir; ancak onlarca hattâ yüzlerce milyon yıl boyunca hiçbir değişme göstermez. Diğer bir tabirle canlı organizma formlarının, uzun ve değişmeyen bir tarihçe boyunca üzerlerindeki sanatları yeryüzünde sergiledikten sonra nesilleri tükenmiştir. Organizmaların, fosil kayıtlarında görüldükleri süre boyunca, bu değişmeden kalma karakteristikleri durgunluk olarak adlandırılır. Anlaşılacağı üzere bir türün kademeli olarak diğer bir türe dönüştüğünü göstermek yerine, fosiller herhangi bir tür içerisinde baskın bir şekilde küçük değişmeler gösterir. Bu açıdan bakıldığında, fosil kayıtları, hayvan ve bitki ıslahçılarının her zaman yaptıkları faaliyetlere benzer şekilde, aynı tür içinde çeşitlerin meydana geldiğini göstermektedir. Islah çalışmalarıyla belki güllerin, domateslerin, köpeklerin ve güvercinlerin enteresan ve sıra dışı çeşitleri üretilebilir; ancak bu çeşitlerin her birisi, onları bir gül, bir köpek veya güvercin yapan karakteristikleri taşımaya devam eder.

3. Boşluklar: Fosil kayıtları, kabaca takip edildiğinde, belli bir doğrultuda ilerleme gösteriyor gibi görünmesine rağmen (meselâ, balıkların sürüngenlerden önce onların da memelilerden önce ortaya çıkması gibi), Darwin'in, büyük taksonomik grupların birbirlerine biyolojik ortak ata vasıtasıyla bağlı olduğuna dâir iddiasını desteklemez. Meselâ, fosil kayıtlarında, balıklardan sürüngenlere veya sürüngenlerden kuşlara doğru giden kademeli fosil serileri bulunmaz. Fosil cinsleri, fosil kayıtlarında ilk ortaya çıktıkları ânda, tam olarak gerekli bütün donanımlara sahip bir organizma hâlindedir ve mükemmel fonksiyoneldir. Bilinen en eski balık fosili, günümüzdeki balıklara ait bütün karakteristikleri göstermektedir. Aynı şekilde, fosil kayıtlarındaki sürüngenler, günümüzde yaşayan sürüngenlerin bütün karakteristik özelliklerine sahiptir. Fosil kayıtlarındaki bu görüntü, bütün fosil çeşitleri için geçerlidir. Burada çok açık olarak ara türlerin ve/veya kademeli geçiş fosil serilerinin kıtlığı görülür, yani fosil kayıtları boyunca sayısız boşluk vardır.

Bu boşluk ve kesikliklere biraz daha yakından bakalım:

Yukarıda geniş şekilde zikredildiği üzere bu kesikliklerin en önemlilerinden biri, Kambriyen patlaması olarak bilinen dönemde, hayvan şubelerinin âniden meydana çıkmasıdır. Farklı şubeler içerisinde bulunan hayvanlar, temel vücut yapıları açısından çok köklü farklılıklar gösterir. Bu kadar büyük bir farklılık gösteren şubelerdeki yeni organ sistemlerinin ve vücut tiplerinin ancak son derece detaylı, hassas ve büyük bir ilim gerektiren evrimci modifikasyonlarla ortaya çıkması gerekir. Ancak, yaşayan hayvan şubelerinin (sistematikçilere göre yaklaşık 30–35 arası değişir) büyük çoğunluğu dikkat çekici şekilde jeolojik açıdan çok kısa bir süre (preKambriyen-Kambriyen sınırına 5 ila 10 milyon yıllık yakınlıktaki bir dönemde) içerisinde ortaya çıkmıştır. Hayatın 3,8 milyar yıllık tarihçesi düşünüldüğünde, bu süre göz açıp kapamak kadar kısa bir süredir. Buna rağmen, fosil kayıtları, hâlâ yaşayan şubelerden herhangi birisinin evrime ait ara formlarla bağlantılı olduğuna dâir hiçbir delil sunmamaktadır.

Kambriyen periyodu, yaklaşık 550 milyon yıl önce başlamıştır. Jeologlar, Kambriyen döneminden çok daha öncesinde hayatın olduğuna dâir deliller bulmuşlardır. Meselâ, Afrika ve Avustralya'da üç milyar yıldan daha yaşlı olduğu düşünülen fosilleşmiş tek hücreli organizmalar bulunmuştur. Bunlardan sadece biraz daha genç tabakalarda, stromatolitler olarak bilinen fosillerin (yani fotosentetik bakterilerin oluşturduğu hasırımsı tabakalar) bulunduğu tespit edilmiştir. Demek ki, Kambriyen'den az öncesine kadar, preKambriyen fosilleri, sadece tek hücreli organizmalardan meydana gelmektedir.


Çok hücreli organizmalar, Kambriyen'den az daha yaşlıdır (620 milyon yıldan daha eski değildirler) ve ilk olarak, 1940'ta Avustralya'da Ediakara tepesinde bulunmuşlardır. O zamandan beri, Ediakaran fosilleri dünya üzerinde pek çok noktada bulunmuştur. Ediakaran canlı formları, Kambriyen'dekilerden ciddi mânâda farklılık gösterir (Şekil–1). Birçoğu o kadar değişiktir ki, tam olarak bir hayvan olduklarını düşünmek konusunda bile şüpheler vardır. Ediakaran fosilleri, disk şeklinde ve eğreltiotlarına benzer organizmalardan meydana gelmektedir. Bazı paleontologlar, bunların hayvanlardan ziyade likenlere yakın olduğunu düşünmektedir. Cambridge Üniversitesi'nden paleontolog Simon Conway Morris, bazı Ediakaran fosillerinin hayvan olduklarına inanmaktadır. Ancak, Morris, aynı zamanda, en fazla birkaç istisna dışında, Ediakaran organizmalarının Kambriyen'de ortaya çıkan şubelerin ataları olmadığını da savunmaktadır.

Kambriyen'den az önce var olan çok hücreli hayvanlara ait üç örnekten daha söz edilebilir. Bunlardan bir kısmı fosilleri bildiğimiz diğer gruplara benzemeyen kabuklu küçük organizmalardır. İkinci gruptaki organizmaların kendi fosilleri olmayıp, sadece aktivitelerinin bıraktığı izlerin fosilleri mevcuttur. Son gruptakiler ise Kambriyen'den 40–55 milyon yıl öncesine ait mikroskobik, yumuşak bedenli iki yanlı simetriye sahip solucanlardır.

Bu örnekler ve muhtemelen az sayıda Ediakara döneminden hayatta kalanlar dışında, Kambriyen döneminden önce çok hücreli hayvanlara dair hiçbir fosil delili yoktur. PreKambriyen fosil kayıtları şu an için gayet güzel bir şekilde incelenip kataloglanmıştır. Ancak, hiçbir noktada preKambriyen'den Kambriyen'e geçiş, Darwin teorisinin gerektirdiği gibi, kademeli bir farklılaşmanın uzun tarihçesini göstermemektedir.

Kambriyen sonrası kayaları da, Kambriyen patlamasını aydınlatmakta çok fazla yardımda bulunmamaktadır. Eğer Kambriyen sonrası kayalarda ek hayvan şubeleri bulunursa, bunların da geçmişinin Kambriyen patlamasına dayanacağından şüphelenmişlerdir. Meselâ; yassı solucanların (Platyhelminthes) daha sonralara ait hiçbir fosil kaydı bulunmamaktadır, yine de paleontologlar bu şubenin diğer birçok filumdan önce var olması gerektiğine inanmaktadırlar. Buna ek olarak, şuan nesilleri tükenmiş yumuşak vücutlu hayvanlara ait başka muhtemel şubeler (bu organizmaların sınıflandırılması tartışmalıdır), Orta Kambriyen dönemde bulunmuştur. Ancak, daha fazla fosil delilleri ile nesli tükenmiş bu grupların menşei daha dar bir zamana, genellikle Kambriyen patlaması ile örtüşen kısa bir zaman dilimine dayanmaktadır. Bu periyot boyunca, en az 40 yeni şube âniden ortaya çıkmıştır. Şekil–2 hemen hemen bütün hayvan şubelerini açıklayan Kambriyen patlamasının ne kadar geniş tesirli ve ihâtalı olduğunu göstermektedir. Paleontolog James Valentine, bazı şubelerin hâlâ keşfedilmeyi beklediğini öne sürmüş ve en azından 60 şubenin kaynağının bu âni başlangıca dayandığını iddia etmiş, birçok yüksek sınıflandırma birimlerinin de bu patlamayla hem hızlı hem de geniş tesirli olarak ortaya çıktığını düşünmüştür.5





Kambriyen patlaması sadece ânsızın başlamamıştır, ânsızın da bitmiştir. Yeni hayvan şubelerinin patlaması, Erken-orta Kambriyen dönemi içerisinde meydana gelmiştir ve bunu neredeyse tamamen bir sessizlik takip etmiştir. Yeni hayvan şubelerinin yaratılması, geri kalan 500 milyon yıl veya daha fazla jeolojik zaman boyunca durmuştur. Buna ek olarak, yeni sınıfların (filumun hemen altındaki sınıflandırma birimi) ortaya çıkması da azalmıştır. Meselâ, 62 adet iyice belirlenmiş ve kolaylıkla fosilleşebilen deniz canlıları sınıfının yarısından fazlası, Kambriyen dönemi kapanmadan ortaya çıkmıştır ve diğer % 29'u ilk defa Ordovisyen döneminde (Kambriyen'den hemen sonraki yaklaşık 490 milyon yıl önceye ait jeolojik periyot) ilk olarak meydana gelmiştir.6Sınıf kategorisinin altında yer alan yeni takımların (ordo) çıkışı da zamanla azalmaktadır: "Deniz canlılarına ait takımların görülmesi daha dağınıktır; ancak yine de erken Paleozoik Dönemde [Kambriyen ile başlayan jeolojik çağ] büyük bir yenilenme gösterirler."7 Bu desen, mevcut organizmaların kademeli ve yavaş yavaş çeşitlenmesinin, aralarındaki temel farklılıklardan önce geldiğini öne süren, Darwin'in büyük hayat ağacı teziyle uyuşmamaktadır. Gerçekten de, şube, sınıf ve takım gibi daha yüksek sınıflandırma seviyelerinde fosil kayıtları bunun tamamen tersini göstermektedir.

En iyi bilinen hayvan şubelerinin neredeyse aynı zamanda ortaya çıkmalarının, bir şubenin içerisindeki farklılıkların tamamının, şubeler arasındaki farklılıklardan oldukça küçük olduğu düşünüldüğünde, daha dikkat çekicidir. Farklı şubeler temel vücut yapıları açısından birbirinden ayrılır; fakat aynı filumdaki organizmalar aynı temel vücut yapısını taşır. Netice olarak, birbirinden ayrı iki şube (meselâ, eklembacaklılar ile yumuşakçalar) arasındaki morfolojik mesafe, aynı şube içerisindeki o şubenin iki temsilcisini (meselâ, böcek ile örümceği veya ahtapot ile salyangozu) birbirinden ayıran mesafeden daha büyüktür. Hayvan formlarının çeşitlenmesindeki en büyük kaynaklar bu yeni şubeler olmuştur ve yeni hayvan filumlarının menşei fosil kayıtlarının ilk yüzde birlik veya ikilik kısmına sıkışmıştır. Ayrıca, farklı şubelerin arasındaki morfolojik mesafeyi inşa etmek ve böylece, bunların evrim için gerekli olan menşelerini belgelemek için ihtiyaç duyulan fosiller ortada yoktur. Hayvan şubelerinin çok erken bir zamanda ve tamamen müstakil bir şekilde ortaya çıkışları, fosil kayıtlarının en önemli özelliğini teşkil etse de, bu bilgilere biyoloji ders kitaplarında çok az dikkat çekilmektedir; çünkü Kambriyen patlaması, evrim teorisi için başa çıkılması gereken büyük bir problemdir.

Kambriyen patlamasındaki geçiş fosillerine dâir eksiklik durumu fosil kayıtlarının geri kalanı için de geçerlidir. Dünyanın her yerinden ve öne sürülen yaşlarına bakılmadan bütün kayalardan alınan fosilleri toplasak bile, yine de, kesin yumuşak bir geçiş serisi oluşturamayız. Yeni fosiller bulundukça, aralarındaki boşluklar daha da açık bir hâle gelmektedir. Chicago Üniversitesi'nden paleontolog David Raup, bu gerçek üzerine şu yorumu yapmıştır: Fosil kayıtlarına dair bilgi gittikçe artmıştır [Darwin'in Türlerin Menşei adlı kitabının yayımlanmasından bu yana]... Ancak ne gariptir ki, şu ânda elimizde, Darwin'in zamanındakinden daha az sayıda geçiş formu vardır. Bununla demek istediğim, fosil kayıtlarındaki klâsik Darwinci değişimlerin bazıları, Kuzey Amerika'daki atların evrimi örneğinde olduğu gibi, kullanımdan çıkarılmak veya daha detaylı bilgilerin sonucunda değiştirilmek zorundadır.8

Benzer şekilde, Harward'dan paleontolog Stephen Jay Gould da şuna dikkat çekmiştir: "Fosil kayıtlarındaki geçiş formlarının aşırı derecede azlığı, paleontolojide, mesleki bir sır olarak kalmaya devam etmektedir. Ders kitaplarımızı süsleyen evrim ağaçları, sadece ağacın dallarının uçlarında ve düğüm noktalarındaki bilgilere sahiptir; gerisi yorumdur, mantıklı fosil kaydı delilleri değildir."9 Ancak kendisi de bir evrimci olan Gould, bu tespitlerine rağmen evrim düşüncesini daha farklı bir teoriyle sürdürmede ısrarlıdır. Ona göre zaten çoğu tür dünyada bulundukları süre içerisinde hiçbir yönde değişme göstermez. Fosil kayıtlarında ilk göründüklerinden, fosil kayıtlarında yok oldukları zamana kadar benzer görünüşte olurlar. Morfolojik değişmeler genellikle sınırlı ve kontrolsüzdür. Ayrıca herhangi bir lokal bölgede, bir tür, kademeli ve yavaş bir şekilde, kendine ait bir atadan devamlı bir dönüşme ile meydana gelmez. Bir ânda ve tam olarak yeni bir forma sahip olarak ortaya çıkar.9 Bu ifadeler de yine bir nevi âni yaratılışın ifadesidir; ama Gould bunları Allah'ın bir yaratması olarak değil, evrimin âni bir sıçraması olarak değerlendirir.

Bir başka önemli paleontolog, Johns Hopkins Üniversitesi'nden Stephen Stanley, evrimcilerin iddia ettiği geçişlere ait fosil kayıtlarındaki eksikliği cins seviyesinde tarif etmiştir: "Avrupa'daki Pleistosen memelilerine dâir yapılan detaylı çalışmalara rağmen, bir cinsten ötekine evrimi gösterecek bir geçiş için geçerli tek bir örnek bilinmemektedir."10

Şimdiye kadar, hep hayvanların fosil kayıtları üzerinde durduk. Ancak, bitkilerin fosil kayıtları da, tıpkı hayvanlarınki gibi eksiktir. Meselâ, biyolog Harold Bold, bilim adamlarını fosil kayıtlarında "delil ve spekülasyon arasındaki ayrımı kesin olarak" yapma konusunda zorlamakta ve şöyle demektedir: "Şu anda, [bitkiler âleminde], öne sürülen herhangi iki bölüm arasındaki kesin bir münasebete dair bilinen hiçbir hayat formu veya fosil yoktur."11 Bu cümle 45 yıl önce yazılmasına rağmen hâlâ doğruluğunu sürdürmektedir.

Hem bitkiler hem de hayvanlar için geçiş formlarındaki bu kıtlık, Darwin teorisi için can sıkıcı bir problemdir. Bu boşlukları yorumlamak ve bu problemi çözmek için evrimciler tarafından dört açıklama öne sürülmüştür: Onlar, ilk olarak boşlukların fosil kayıtlarındaki eksiklikten kaynaklandığını, geçmişte yaşamış organizmaların sadece çok küçük bir bölümünün fosil olarak korunduğunu belirterek, gelecekteki araştırmalarla bu boşlukların doldurulacağını beklemektedirler. İkinci olarak fosilli tabakaların yeterli derecede incelenmediğini iddia ederler. Üçüncü olarak "Aralıklı Denge" adını verdikleri kavrama göre, evrimin sıçrayarak oluşmasından dolayı bu boşlukların ortaya çıktığını söylerler. Dolayısıyla, Darwin'in "evrimin yumuşak ve yavaş olduğu konusunda" yanıldığını söylerler(!) Son olarak da boşlukların gerçek olduğunu kabul ederek, bunu normal görürler. Bu, "tabiattaki süreksizliğin yansımasıdır" diyerek, organizmaların temel gruplarının birden bire ortaya çıktığını ve bu temel grupları birbirine bağlayan geçiş gruplarının hiçbir zaman olmadığını kabul ederler (aslında bu bir mânâda yaratılışın itirafı demektir). Bütün bu iddiaların cevabını gelecek sayıda verebilmek ümidiyle.

Dipnotlar





1. Budd, G. E. and Jensen (S). (2000): A Critical Reappraisal of the Fosil Record of the Bilaterian Phyla. Biological Reviews of the Cambridge Philosophical Society 75: 253–295.

2. Meyer, S. C. (2004): The Origin of Biological Information and the Higher Taxonomic Categories. Proceedings of the Biological Society of Washington 117(2): 213–239.

3. Chen, J-Y., Bottjer, D.J., Oliveri, P., Dornbos, S.Q., Gao, F., Ruffins, S., Chi, H., Li, C.-W. and Davidson, E.H. (2004): Small Bilaterian Fossils from 40 to 55 Million Years Before the Cambrian, Science 305: 218–222.

4. Darwin, C. (1859): Origin of Species, 307–308.

5. Valentine, J.W. and Douglas H. Erwin, D.H. (1987): "Interpreting Great Developmental Experiments: The Fossil Record," in R. A. Raff and E. C. Raff, eds., Development as an Evolutionary Process (New York: Alan R. Liss), 71–107.

6. Gould, S.J. (1989): Wonderful Life (New York:W.W. Norton, p.64).

7. Erwin, D., Valentine, J.W. and Sepkoski, J.J. (1987): A Comparative Study of Diversification Events: The Early Paleozoic Versus the Mesozoic. Evolution 41:1177-1186.

8. Raup, D. (1979): Conflicts between Darwin and Paleontology. Field Museum of Natural History Bulletin 30 (I):25.

9. Gould, S.J. (1977): Evolution's Erratic Pace. Natural History 86(5):12-16.

10. Stanley, S.M. (1979): Macroevolution: Pattern and Process (San Francisco: W.H. Freeman, p.82

11. Bold, H.C.(1967): Morphology of Plânts (New York: Harper and Row, p.515.




Fosil Yorumları Objektif mi? (Bilim 'Yaratılış' Diyor -10)







Fosil Yorumları Objektif mi? (Bilim 'Yaratılış' Diyor -10)



Evrim teorisinin çıkmasından itibaren en fazla tartışılan saha; paleontoloji, dolayısıyla fosiller olmuştur. Fosil kayıtları uzun zamandır incelenmekte, bunlardan elde edilen neticeler, bizleri hayrete düşürmektedir. Aristo (M.Ö. 384–322) bile, hayatın topraktan birden bire kendiliğinden çıktığını düşünmüş; fosilleri de bu süreç içerisinde bir "hayata tutunma veya kabaca ortaya çıkma" teşebbüsü olarak görmüştür. Peki, toprak altında gömülü kalmış ve taşlaşmış bitki ve hayvan şekilleri ne mânâya gelmektedir? Modern bilimin ortaya koyduğu bilgiler çerçevesinde bakarsak, daha önce yaşamış bitki ve hayvanlar uygun fizikî ve kimyevî şartlar altında taşa dönüşebilmektedir. Ölmüş bir organizma; çürümeden ve leş yiyiciler tarafından tüketilmeden evvel, yeterince hızlı bir şekilde toprak altına gerekli mineral karışımıyla gömülürse fosilleşebilir.






Paleontologlar, fosil kayıtlarını, önceki zamanlarda yaşamış canlılara ait tarihî bir zaman ölçer olarak okumaktadır (Şekil–1). İskeletler, ayak izleri, yapraklar, sporlar, hayvan izleri, tüyler, solucan delikleri ve bir parça deri kırıntısı bile fosil olarak bulunabilmektedir. Bu ipuçlarını yorumlayarak, paleontologlar, geçmişteki canlıların neye benzediklerini bulmaya çalışmaktadır. Kayalar ne hikâyeler anlatmaktadır? Bilimdeki birçok soru gibi, cevabın bir kısmı, altyapıda verilerin hangi faraziyelere göre elde edildiğine bağlıdır. Meselâ bir kişi, bilimdeki materyalistik açıklamalara olan sadakatinden dolayı, başlangıçta peşin şekilde Allah'ın yaratmasının imkânsızlığını kabul ederse, fosil kayıtlarını, kör fizikî ve kimyevî tabiat kuvvetlerinin, herhangi bir hedef veya maksat gözetmeden işlediği bir tarihçe olarak yorumlar.





Bilimin ne kadar objektif olduğu her zaman münakaşa mevzuu olmuştur. Bazıları bilimin, uzun zamandan beri, insanların sosyal sahalardaki sübjektifliğine karşı daha korunaklı olduğunu söyleseler de, durum hiç de iddia edildiği gibi değildir. Bilimin metodolojisi, bilim adamlarının şahsî olarak sahip oldukları felsefe ve değerlerin muhtemel bozucu tesirlerini ortadan kaldıracak bir filtre sağlayabilir mi? Şayet bilimi idealize ederek, onun uyulması gereken bütün şartlara bağlı kaldığını kabul edersek, bu objektiflik sağlanmış sayılabilir. Nitekim bilime ait birçok teori, şu anki hâdise ve fenomenlerin işleyişi hakkında üretilmiştir. Meselâ, hastalıklar hakkındaki mikrop teorisi; yerçekimi teorisi, Mendel'in kalıtım teorisi gibi birçok keşif artık genel geçer prensipler hâline gelmiştir. Bu tarz teorilerin doğruluğu, mevcut hâdiselerle kıyas edilerek kolayca test edilebilir. Meselâ, Ay'ın Dünya'nın, Dünya'nın da Güneş'in etrafında döndüğüne dâir bir teorimiz olsa, bu teorinin doğruluğunu test etmek kolaydır. Yörüngelere ve hızlara ait eldeki bilgileri değerlendirerek güneş tutulması tahmininde bulunup, daha sonra tutulmanın tahminimizdeki gibi olup olmadığını müşahede edebiliriz.



Deneylere, hesaplara ve doğrulama testlerine dayalı bu tarz konularda bilim geniş ölçekte nötr değerli veya objektif görünmektedir. Bu yüzden, aynı deneyleri aynı şekilde yapan bilim adamlarının, şahsî felsefelerinden veya bakış açılarından bağımsız olarak, aynı neticeyi almaları beklenir. Bu tarz tekrarlanabilen fenomenler için doğrudan bir delil olma, açık bir ispat veya çürütme imkânı mevcuttur. Bu tarz teoriler geçmişe ait gözlemlerden bağımsızdır. Meselâ, fiziğe ait bir teori, Dünya'nın eliptik bir yörüngede seyahat ettiğini söyler. Bunun gerçekte böyle olup olmadığının ispatı için, Dünya'nın yörüngesine ait geçmişteki bütün kayıtlar bir ânda yok olsa bile, astronomlar tarafından ihtiyaç duyulacak tek şey, yeni bazı gözlemler yapmaktır.



Fakat bütün bunların tersine, evrim teorisi geçmişte meydana gelmiş münferit hâdiseler üzerinde durmaktadır. Bilhassa, evrimci iddiaların konusu olan fosiller, gezegenlerin dönüşü gibi tekrarlanamayan, bir kerelik tarihî hâdiseleri temsil eder. Öncelikle, bir canlının nasıl ortaya çıktığından (Sonsuz Bir İrade ve Kudret'in yaratmasıyla mı, yoksa kendiliğinden meydana gelme ile mi sorusundan) ve balina veya farelerin nasıl meydana geldiğinden (Allah'ın takdir ve tercihi ile mi, yoksa tabii seleksiyon yolu ile mi sorusundan) bağımsız olarak, bu tarz olaylar yeniden yeniye meydana gelmemektedir. Bunlar geçmişte bir defa yaşanmış ve geçmiştir. Genetikçi Theodosius Dobzhansky'nin dikkat çektiği gibi: "Evrime ait vakalar, bir kereye mahsustur; tekrar edilemez ve geri dönüştürülemez.. Bu hâdiselerin geriye dönüşümünü sağlamak, karada yaşayan bir omurgalıyı bir balığa dönüştürmek kadar imkânsızdır."1 Akıllı tasarımla açıklanan biyolojik köken de belki, bir kereye mahsus, tekrar edilemez ve geri dönüştürülemezdir.


Dolaylı deliller ile akıl yürütme


Genel olarak, canlıların biyolojik menşei ile ilgili teoriler, tekrarlanabilen fenomenleri açıklayan teoriler gibi doğrudan deneye dayalı testlerle doğrulanamaz. Bu, iddiaların dolaylı deliller ile test edilmesi gerektiği mânâsına gelir. Elbette, dolaylı ispatlar da güçlü (veya mantıklı) olabilir. Meselâ, Ali'nin, Veli'yi 7.65'lik bir tabanca ile vurduğu iddia edilebilir; çünkü:



1. Ali'nin parmak izi, Veli'nin cesedinin yanında bulunan 7.65'lik bir tabancanın üzerinde bulunmuştur;

2. Cinayetten önceki gece, Ali, Veli'yi ölümle tehdit etmiştir;

3. Ali geçmişte, Veli'yi gizlice takip etmekten tutuklanmıştır;

4. Cinayet zamanında Ali, Veli'nin yakınlarında görülmüştür.



Ali'yi suçüstü yakalayacak bir müşahede olmasa bile, bu sebepler onun cinayeti işlediğini düşünmeye zorlayıcı sebeplerdir. Ancak, bütün dolaylı deliller bu kadar inandırıcı değildir. Çoğu zaman, dolaylı delil, bir ânda pek çok yöne işaret eder. Bazen, aynı anda birbirine zıt iki yöne işaret ettiği bile olur. Böyle bir durum olduğunda, delillerin birbirine aykırı olan yorumlanma şekillerinin dikkatli bir şekilde tartılması gerekir. Darwin de bu fikirdedir. Onun da dediği gibi: "Doğru/âdil bir sonuç, ancak her sorunun her iki tarafındaki gerçeklerin ve argümanların tamamıyla belirlenmesi ve tartılmasıyla elde edilebilir."2 Dolaylı delil üzerine inşa edilen bir gerçek, bütün hata ihtimallerini bertaraf eden kesin mantıkî bir ispatlama değildir. Dolaylı delil, kesin bir ispatlamanın yerine, akla yatkınlık ve inandırıcı olmayı hedefler. Neticede, dolaylı delillerin değerlendirilmesinde, sübjektif faktörler rol oynar.



Bütün deliller aleyhine olsa bile, iyi bir avukat, müvekkilinin suçsuzluğunu ispatlayabilir: Ali, tabancayı çok eskiden almıştı, bir süre sonra sözkonusu tabanca çalınmıştı, daha sonra asıl suçlu tabancayı Veli'nin cesedinin yanına koymuştu, sesini taklit eden birisi telefonda kendisine Ali süsü vererek maktulü tehdit etmiş ve Ali'ninkine benzer bir elbiseyle maktulü takip ederken görülmüştü. Daha birçok farklı senaryoyla zanlının suçsuzluğu gösterilebilir. Ali'nin aleyhine olan bu durum sarsılabilir, hattâ durum tersine dönüp, Ali'nin masumiyetinin mümkün olduğu bir senaryo ile yer değiştirebilir. Bütün iş, avukatın ve savcının delilleri değerlendirmedeki ustalık ve maharetlerine bağlıdır.



Bu yüzden paleontoloji tarihsel bir bilimdir. Dedektiflik çalışması gibi, geçmişte neyin meydana geldiğine dâir veya geçmişteki durumun ne olduğunu yeniden inşa etmek üzere ipuçları arar. Bu tarz yeniden inşa etmelere genellikle tarihî hikâyeler denir. Paleontologların tarihî hikâyelerini meydana getirmek için üzerinde çalıştıkları ipuçları fosillere ve moleküler dizilere aittir. Her zaman için eksik olan bu tarz verilerin mânâsı da genellikle belirsizdir; bu tarz verilerde bazı açıklamalar diğerlerinden daha çok delille desteklense de, bütün bunlar çok sayıda açıklamaya ve yoruma imkân sağlar. Ölümüne kadar (2005), Harward'da Amerikalı evrimcilerin başkanı olan Ernst Mayr, "Biyolojiyi Eşsiz Yapan Nedir?" isimli son kitabında bu noktaya temas ederken, önemli bir itirafta bulunmaktadır: "Tarih bilgisi.. tarihî zamanın boyutlarını içeren yaşayan dünyanın bütün yönlerine dâir bir açıklama için kaçınılmazdır... Bunun cevabını elde etmek için, özellikle deney yapmanın mümkün olmadığı durumlarda, evrim biyolojisi kendi metodolojisini, yani bazı tarihî hikâyelerini (belirsiz/farazi/kesin olmayan senaryolarını) geliştirmiştir."3 Kısacası, Mayr'e göre, geçmiş yeryüzü hayatının şekil veya taslağını çıkarmak için, paleontologlar, çeşitli derecede gerçekleşme imkânı olan veya olmayan farazî senaryolar öne sürmüşlerdir.



Tarihî hikâye, farazî senaryo, muhtemel hipotez gibi ifade ve kavramlar, hassas ve kesin sınırları olması gereken bir bilim için, hammadde olmaktan çok uzaktır. Ancak Darwinciler yine de, fosil kayıtlarını bir koz olarak görmektedir. Evrimin nasıl meydana geldiği hususu bir yana, Darwinciler, fosil kayıtlarının her halükârda evrimin meydana geldiğini göstermekte olduğunu savunmaktadır. Onların iddiasına göre fosiller, dünya üzerindeki hayatın tarihçesinin kademeli olarak dallanan bir ağaç gibi geliştiğini ve çeşitli organizmaların sayısız nesiller sonunda birbirine belli belirsiz şekilde karıştığını göstermektedir. En vahimi ise, fosil kayıtlarının ağır basan bir biçimde, büyük ölçekli (makroevrim) evrim değişmelerini doğruladığı iddiasıdır.



Evrimcilere göre, sadece evrimin bazı Darwinizm gibi materyalistik formları fosil kayıtlarına mantıkî bir açıklama getirebilir. Hâlbuki evrimcilerin bu faraziyeleri yanlıştır. Yaratılışa inanan ilim adamları, fosil kayıtları için çok daha mantıklı açıklamalar getirmektedir. Allah'ın sonsuz ilim ve kudretiyle yaratırken sebepleri icraatına perde olarak kullanmasını kabul eden yaratılışçı ilim adamları da deneylerden elde edilen ciddi bilgilere gayet uyumlu, makul ve tutarlı izahlar yapmaktadır. Yaratılış inancı bilhassa, kesin hatlarıyla ve organ sistemleriyle mükemmel bir şekle sahip organizmaların, fosil kayıtlarında bir ânda görünmesi ve diğer fosilleşmiş organizmalarla aralarında bulunan büyükçe boşluklarla ayrılması gerçekleri ile uyum içerisindedir.


Ortak ata var mı, ara formlar yaşamış mı?


Darwin, yaşayan bütün canlıların menşeinin bir veya birkaç orijinal forma dayandığını öne sürmüştür. Günümüzün Darwincileri, bu iddianın mantıkî olarak son noktasını, yani bütün organizmaların başlangıcının tek bir ortak atadan geldiği görüşünü savunmaktadır. Bu silsile içerisinde, bir organizma kademeli olarak bir başkasına dönüşmektedir. Âni değişmeler yoktur. Darwin'e göre, bu tarz dönüşmeler "sayısız başarılı küçük modifikasyonlar" ile meydana gelmiştir.4






Darwin, teorisini ifade etmek için, ağaç metaforunu kullanmıştır. Buna göre ağacın gövdesi ortak atayı, dalların uçları da hâlen yaşayan organizmaları temsil etmektedir. Darwin'e göre hayatın tarihçesi, bir ortak atadan kaynaklanan, bütün türlerin dallara serpiştirildiği "Büyük Hayat Ağacı" olarak isimlendirilen, dallanan bir ağaç yapısında gösterilebilir (Şekil–2).



Bir kaynaktan çıkan ortak ata fikri doğru kabul edildiğinde, Darwin teorisi fosil kayıtları ile nasıl bir uyum göstermektedir? Eğer Darwin teorisi doğru ve fosil kayıtları da hiç olmazsa büyük nispette tamamlanmış olsaydı, organizma gruplarına ait fosillerin yavaş ve tedrici bir şekilde birbirine dönüştüğü/harmanlandığı, sayısız geçiş formları bulunduran devamlı bir gelişme silsilesini göstermesi gerekirdi. Ancak gerçekte, canlıların sınıflandırılması ve isimlendirilmesi ile uğraşanlar, büyük grupları birbirinden ayıran farklılıkların çok büyük olduğunu görmektedir. Dolayısıyla Darwinci teorisyenler de çok büyük sayıdaki geçiş formunun gerekliliğinden kaçınamamışlardır. Darwin kendisi de Türlerin Menşeii'nde şöyle yazmıştır: "Tabiî seleksiyon teorisi ile bütün yaşayan türler, her cinse ait ana-türler vasıtasıyla birbiriyle bağlantılıdır ve aralarındaki farklılık günümüzde yaşayan aynı türün içerisinde gördüğümüz farklılıklardan daha büyük değildir. Bugün genelde nesilleri tükenmiş olan bu ana-türler de benzer şekilde daha eski türler vasıtasıyla birbiriyle bağlantılıdır ve geçmişe doğru bu böyle her büyük sınıfın ortak atasına doğru yakınlaşarak gitmektedir. Bu açıdan, eğer bu teori doğru ise ve bu türler dünya üzerinde yaşadıysa, bütün yaşayan ve soyu tükenmiş türler arasındaki, ara ve geçiş bağlantılarının sayısı anlaşılmaz derecede çok olmak mecburiyetindedir." 5





Herhangi iki organizmaya ait bir ortak ata, bu iki organizmayı birbirine bağlayacak geçiş formlarına ihtiyaç duyar. Ayrıca Darwin'in teorisi, kademeli bir değişimle evrim teklif ettiğine göre, iki organizma arasında ne kadar büyük bir farklılık varsa, bu iki organizmayı birbirine bağlamak için o kadar çok sayıda geçiş formunun olması gerekir. Darwin'in büyük hayat ağacının temelinde, yani geçmişten bugüne var olan bütün canlıların kökeninde, en son ortak bir ata olacaktır. Zaman geçtikçe, bu ağaç büyüyecek, yavaş yavaş cins kümeleri, daha sonra familyalar ve sırasıyla takımlar, yaşayan canlılar dallanmaya ve ayrılmaya devam ettikçe sınıflar, şubeler ortaya çıkacaktır. Bu gruplanmaların bazıları hayat ağacının köküne daha yakın olacaktır; ancak bunlar daha çok ağacın dallarının üst kısımlarında görülecektir (Şekil–3).



Darwin kendi zamanında teorisini desteklemek için hiçbir fosil deliline sahip değildi. Darwin'in zamanında yaşayan bilim adamları, onun teorisinin gerektirdiği "eksik halkaları" henüz keşfetmemişti. Darwin'in Türlerin Menşei'nde belirttiği gibi, "Vaktiyle dünya üzerinde yaşamış ara çeşitlerin sayısı, gerçek mânâda çok fazla olmalıdır."6 Ancak, bu anormal derecede büyük sayıda olan ara formlar, fosil kayıtlarında bulunamamıştır. Fosil kayıtları balıkları, sürüngenleri veya kuşları netice veren canlılara ait devamlı bir zincir hâlinde bir kayıt göstermemektedir. Darwin bu gerçeği kabul etmiştir: "O zaman, neden, bütün jeolojik oluşumlar ve her bir tabaka bu tarz ara türler ile dolu değildir? Jeoloji, kesinlikle, böyle güzelce derecelendirilmiş herhangi bir organik zincirin varlığını göstermemektedir."7 Zaten daha sonraki beyanının devamında itirafını açıklayarak tamamen teslim-i silâh etmektedir: "Bu durum, benim teorimi zorlayabilecek, en açık ve güçlü itirazdır."8



Darwin'in bu kabullenmesine rağmen, birçok bilim adamı, bu durumda bile Darwin'in evriminin doğru olduğunu düşünmeye devam etmektedir. Bütün ümitleri de, eksik olan geçiş formlarının daha sonra bulunacağı düşüncesidir. Darwin'in günlerinde, fosil buluntuları hakikaten eksik ve fosil araştırmaları da sistematik değildi. Darwin gibi birçok bilim adamı da, daha istekli ve sistematik çalışıldığında, eksik olan geçiş formlarının (eksik halkaların) bulunacağını umuyordu.



Paleontologlar yüz seneden fazla bir zamandır araştırıyor; elbette, birçok yeni fosil buldular. Ancak bulamadıkları şey, olması gereken daha önce yaşamış sayısız miktardaki ara formdur. Hattâ tam aksine, yeni bulunan fosiller, var olan boşlukları doldurmak yerine, yeni boşluklar meydana getirme eğiliminde. Ortak ata olduğu düşünülen az sayıdaki tuhaf tipler de, çok farklı organizmaların özelliklerini kombine ettiğinden ötürü düzenli şekilde, var olan kategorilerin içine dâhil edilememiştir. Dikkat çeken iki örnek, bazı sürüngen özelliklerine sahip eskiden yaşamış bir kuş olan Archaeopteryx ile ördek gibi bir gagaya ve memeli gibi bir kürke sahip gagalı memeli Ornithorhynchus'dur (Şekil–4). Buna rağmen, bu garip canlılar bile, iddia edildiği gibi tam olarak iki veya daha fazla kategorinin özelliklerini eşit şekilde bulundurmaz. Dikkatle incelendiğinde bunlar, öncelikli olarak belli bir taksonomik kategoriye (kuş yahut sürüngen veya memeli) girme eğilimindedir.



Meselâ; Archaeopteryx'in tüyleri, günümüzde yaşayan kuşlarda bulunan tüylerle aynı yapıdadır ve bu canlı onlar gibi gerçek bir kanat yapısına sahiptir. Ancak, kuşların standart özelliklerinin yerinde, Archaeopteryx kemiksi bir kuyruk, gagasında bulunan dişler ve kanatlarındaki tırnaklar ile sürüngen özelliği göstermektedir. Ornithorhynchus örneği de benzer bir durum sergiler. Ornithorhynchus yumurta bırakır, onun da ördeğinkine benzer bir ağzı vardır. Ancak bu kuş benzeri özelliklerin dışında, diğer memeliler gibi, kıllı bir deriye ve yavrularına süt verme gibi memeli özelliklerine de sahiptir. Taksonomistler, onu bir memeli olarak sınıflandırır ve asla, kuşlar ile memeliler arasında bir geçiş formu olarak görmez. Bunlara dayanarak taksonomik grupların bir ağaç dalında birleştirilmesi mümkün olamaz; çünkü bunlar iki gruptan sadece birisine dâhil olabilecek yaratılıştaki canlılardır.



Bugün, Darwin'in bilmediği binlerce fosil organizma şu anda bilinmektedir. Ancak büyük hayvan grupları arasındaki boşluklar, hâlâ kapanmayı reddetmektedir. Darwin teorisinin yayımlanmasından bugüne, geçiş formlarına ait fosillerdeki bu büyük eksiklik aşılmaya çalışılmaktadır. Paleontoloji biliminin daha yeni olduğu Darwin zamanında, eksik halkaları bulmayı ümit etmek mümkündü, bilim adamlarının yeterli çalışmadıkları düşünülebilirdi. Fakat bugün, topraktan çıkartılan fosillerin sayısı, insanı sarsacak kadar fazladır ve bulunanlar kategorize edilmeden, başka yeni fosiller bulunmaktadır.



Paleontologlar fosil buldukça, bunların evrim teorisi ile uyuşmayan bir yapı meydana getirdikleri daha açık görülmektedir. Fosiller, kademeli olarak dallanan bir ağaç yapısı meydana getirmemekte ve tam tersine, boşluklar ile birbirinden ayrılan iç içe yuvalanmış kümelerin toplamı bir yapı arz etmektedir. Aslında bu yapı çok da şaşırtıcı olmamalıdır; çünkü fosillerde görülen bu desen, günümüzde yaşayan organizmaların oluşturduğu varlık plânı ile aynıdır. Meselâ, birçok at cinsi vardır; ancak bütün bu cinsler açık bir şekilde sığır veya geyiklerden ayrılmıştır. Benzer şekilde, birçok mısır türü vardır; ancak hiç kimse bunları buğdayla veya pirinçle karıştırmaz. Çeşitlilikler, bir tipin diğer bir tip ile tedrici birleşmesinden ziyade, temel bir tipe ait morfolojik yapının etrafında kümelenmiştir.


Dipnotlar


1. Dobzhansky, T. (1957): On Methods of Evolutionary Biology and Anthropology. American Scientist 46: 388.

2. Darwin, C. (1859): On the Origin of Species, facsimile; reprinted Cambridge, Mass.: Harvard University Press, 1964), 2.

3. Mayr, E. (2004): What Makes Biology Unique? Considerations on the Autonomy of a Scientific Discipline. Cambridge University Press, p.24-25.

4. Darwin, C. (1859): On the Origin of Species, facsimile; reprinted Cambridge, Mass.: Harvard University Press, 1964), 189.

5. Age, s. 281–282

6. Age,, s. 280

7. Age,

8. Age,