12 Eylül 2011 Pazartesi

Fosil Kayıtlarındaki Patlamalar ve Boşluklar (Bilim Yaratılış Diyor -11)





(Bilim 'Yaratılış' Diyor -11)



Fosil Kayıtlarındaki Patlamalar ve Boşluklar



Hayatın geçmiş tarihini gösteren bir video kaydımız olmadığından, geçmiş hakkındaki bilgileri -el yordamıyla da olsa- fosillerden elde etmek mecburiyetindeyiz. Kesik, silik, kopuk ve parçalanmış da olsa, hayatın geçmişine ait taşıdığı bilgiler sebebiyle fosiller önemlidir. Ancak evrimcilerin mübalâğa ettiği gibi fosiller evrime destek olmamakta, bilakis onu yalanlamaktadır. Bu hususu fosillere ait üç konu etrafında ele almak gerekir: 


1-Kambriyen patlaması, 2- Durgunluk, 3- Boşluklar.


1- Kambriyen Patlaması: Günümüzden yaklaşık 540 milyon yıl önce başlayıp, 490 milyon yıl önce sona erdiği tahmin edilen Kambriyen dönemine ait kayalardaki fosillere bakıldığında, hayvan çeşitlerinde birden ortaya çıkan bir bolluk görülmektedir. Bu dönem boyunca bilinen hayvan şubelerinin (filum) % 95 gibi büyük bir çoğunluğunun, 5–10 milyon yıl gibi kısa bir sürede yaratıldıkları anlaşılmaktadır. Bundan sonra, birkaç istisna dışında, jeolojik kayıtlar boyunca, yeni hayvan şubelerinin ortaya çıkması durmuştur. Hayvan şubeleri, temel özellikler bakımından çok farklı hayvan formlarına ait sistematik gruplar ihtiva eder. Bunlar vücut yapılarındaki temel morfolojik farkların büyüklüğü ile birbirinden kolayca ayrılır. Meselâ bir böcek ile denizyıldızı, bir solucan ile balık veya süngerin sistem ve organları arasındaki temel farklılıkların büyüklüğü çok açık bir ilâhi irâdenin tercihini gösterir. Evrim teorisi, hayvanlar âlemindeki filumlar gibi büyük taksonomik gruplara ait böyle büyük miktardaki değişik vücut plânlarının birdenbire ortaya çıkmasını açıklamak zorundadır.


Kambriyen patlamasından kaçan evrimciler


Kambriyen patlaması, klâsik evrim teorisi için ciddi bir problem olsa da, bazı Darwinciler, Kambriyen patlamasının kendi teorileri için gerçek bir sıkıntı olmadığını iddia etmektedir. Bu iddiaları seslendirenlerden Budd ve Jensen, çoğu taksonomist ve sınıflandırmacı biyolog tarafından kullanılan, "filum (şube)" ve "vücut plânı" isimlendirmelerinin, aslında hayvanların nasıl evrimleştiğini anlamak için bir engel olabileceğini iddia etmiştir. Bu yazarlara göre, hayvanların evrimleşme açısından birbiriyle münasebet içinde olmaları mantıkî bir gerekliliktir(!) Bu, hem vücut plânlarını belirleyen, hem de ortak atadan gelmeyi düzenleyen bir evrim ve filogenetik ölçü olabilir(!)1 Budd ve Jensen, böyle bir teklifte bulunarak, akıllarınca taksonomiyi (sınıflandırma) yeniden tanımlamaya çalışmışlardır. Ancak Kambriyen patlamasında çok sayıda vücut plânının âniden yaratılarak ortaya çıkışı böyle basit bir ifade ile açıklanamayacak kadar güçlü bir tespittir.2

Bir problemi yeniden tanımlamak, hiçbir zaman onu ortadan kaldırmaz. Bir midye ile bir denizyıldızı yahut bir böcek ile bir kurbağanın vücut plânlarındaki temel farklılık, sadece terminolojide oynanarak ortadan kaldırılamaz. Yaratılıştaki hiyerarşik sistematiği ve canlı vücutlarında görülen matematikî mükemmelliği gördüğü halde reddeden bir taksonomistin, belli karakterlere dayandırarak yaptığı sınıflandırma sistemi, ister istemez objektiflikten uzak olmaya mahkûmdur. Ancak, kelime oyunları ile başka mânâlar verilemeyecek ve hasıraltı edilemeyecek gerçek farklılıklar vardır.

"Kambriyen patlamasından önceki zamanlardaki geçiş fosillerindeki eksiklik, atalardaki eksikliği gösterir." fikrini reddetmek için, evrimcilerin sığındıkları diğer bir makaleye göre,3 Kambriyenden 40–50 milyon yıl öncesine ait, mikroskobik, yumuşak vücutlu çift taraflı (iki yanlı veya bilateral) simetriye sahip solucanlar gibi hayvanlar bulunmuştur. Kambriyen patlamasında ortaya çıkan hayvan filumları için ortak bir ataya ihtiyaç duyulduğundan, evrimcilerin yeni senaryosu için bu küçük solucan benzeri hayvanlar güzel birer adaydır. Bu fosilleşmiş organizmanın Kambriyen'deki hayvan filumlarının ortak atası olduğuna ve evrimleştiğine dâir ise, hiçbir müşahhas delil yoktur. Bu delil yetersizliğine rağmen karar verebilmek, ancak ideolojik bir saplantıyı gerektirir.

Bu solucan benzeri fosiller, herhangi bir şeye evrimleşmemiş ve yaratıldığı şekilde kalmış canlılar da olabilir. Kambriyen patlamasından 40–55 milyon yıl önce yaratıldığı düşünülen, iki yanlı simetri gösteren bu solucanların, Kambriyen'deki diğer organizmalara nasıl dönüştüğüne dâir hiçbir delil yoktur. Pre-Kambriyen dönemine ait iz fosilleri yıllardan beri bilinmektedir. Sözkonusu fosiller de belki, zaten dolaylı delillerin var olduğu pre-Kambriyen solucan şubesi için doğrudan bir delil olabilir.

Darwin, Türlerin Menşei adlı kitabında, "Eğer teori doğru ise, yer kabuğunun en alt [Kambriyen] tabakası zaman içinde birikmeden önce... dünyanın canlı yaratıklarla dolup taşması kaçınılmazdır." demektedir. Ancak, Darwin de, "hayvan âleminin ana bölümlerinin birçoğunun fosil taşıyan, bilinen en alt kayalarda –ki bu tabaka Kambriyen dönemine aittir- birden bire ortaya çıktığını" biliyordu. Darwin bu zor durumu kendisi de, "şuan için açıklanamaz olarak kalması gereken" ve "belki burada öne sürdüğümüz iddialara karşı geçerli bir düşünce olduğu..", "ciddi bir problem.." gibi ifadeleriyle itiraf etmiştir.4

Darwin'in takipçilerinin çoğu, Kambriyen patlamasına dâir fosil delillerini küçük göstermeye veya açıklamaktan kaçınmaya çalışmıştır. Bunun için de pre-Kambriyen dönemine ait fosillerin "kolaylıkla korunamayan", "bu hayvanların mikroskobik seviyeye yakın küçüklükte ve yumuşak vücutlu olmalarından dolayı" fosilleşemediklerini ve bulunamadıklarını imâ etmeye başlamışlardır. Kambriyen zamanına veya ondan önceye ait küçük yumuşak vücutlu fosilleri tanımlayan yayınlardan yukarıda bahsetmiştik.3 Eğer bu hayvanlar fosilleşebilmişlerse, evrimcilerin ihtiyaç duyduğu sayısız atalar neden fosilleşemesin? Kambriyen patlaması konusunda uzman olan paleontolog James Valentine ve Douglas Erwin'in de yazdığı gibi, "Patlama gerçektir ve fosil kayıtlarındaki eksikliklerle maskelenemeyecek kadar büyüktür."5

Bütün bunlardan sonra, Kambriyen'de âniden yaratılan hayvan şubelerinin ortak atalarının olmadığını söylemek daha gerçekçi değil midir? Binlerce fosil bulunmasına rağmen, Kambriyen öncesine ait geçişlerin hâlâ olmaması, onların hiçbir zaman mevcut olmadığını düşünmeyi daha mantıklı hâle getirmektedir.

2-Durgunluk: Fosil kayıtlarıyla ilgili ikinci problem, durgunluk (staz) olarak tarif edilebilir. Bir canlı formuna ait fosil, herhangi bir tabakanın kayıtlarında görüldükten sonra, birçok kaya tabakası boyunca, büyük nispette değişmeden kalma eğilimindedir. Bu canlının nesli günümüze kadar devam edebilir; ancak onlarca hattâ yüzlerce milyon yıl boyunca hiçbir değişme göstermez. Diğer bir tabirle canlı organizma formlarının, uzun ve değişmeyen bir tarihçe boyunca üzerlerindeki sanatları yeryüzünde sergiledikten sonra nesilleri tükenmiştir. Organizmaların, fosil kayıtlarında görüldükleri süre boyunca, bu değişmeden kalma karakteristikleri durgunluk olarak adlandırılır. Anlaşılacağı üzere bir türün kademeli olarak diğer bir türe dönüştüğünü göstermek yerine, fosiller herhangi bir tür içerisinde baskın bir şekilde küçük değişmeler gösterir. Bu açıdan bakıldığında, fosil kayıtları, hayvan ve bitki ıslahçılarının her zaman yaptıkları faaliyetlere benzer şekilde, aynı tür içinde çeşitlerin meydana geldiğini göstermektedir. Islah çalışmalarıyla belki güllerin, domateslerin, köpeklerin ve güvercinlerin enteresan ve sıra dışı çeşitleri üretilebilir; ancak bu çeşitlerin her birisi, onları bir gül, bir köpek veya güvercin yapan karakteristikleri taşımaya devam eder.

3. Boşluklar: Fosil kayıtları, kabaca takip edildiğinde, belli bir doğrultuda ilerleme gösteriyor gibi görünmesine rağmen (meselâ, balıkların sürüngenlerden önce onların da memelilerden önce ortaya çıkması gibi), Darwin'in, büyük taksonomik grupların birbirlerine biyolojik ortak ata vasıtasıyla bağlı olduğuna dâir iddiasını desteklemez. Meselâ, fosil kayıtlarında, balıklardan sürüngenlere veya sürüngenlerden kuşlara doğru giden kademeli fosil serileri bulunmaz. Fosil cinsleri, fosil kayıtlarında ilk ortaya çıktıkları ânda, tam olarak gerekli bütün donanımlara sahip bir organizma hâlindedir ve mükemmel fonksiyoneldir. Bilinen en eski balık fosili, günümüzdeki balıklara ait bütün karakteristikleri göstermektedir. Aynı şekilde, fosil kayıtlarındaki sürüngenler, günümüzde yaşayan sürüngenlerin bütün karakteristik özelliklerine sahiptir. Fosil kayıtlarındaki bu görüntü, bütün fosil çeşitleri için geçerlidir. Burada çok açık olarak ara türlerin ve/veya kademeli geçiş fosil serilerinin kıtlığı görülür, yani fosil kayıtları boyunca sayısız boşluk vardır.

Bu boşluk ve kesikliklere biraz daha yakından bakalım:

Yukarıda geniş şekilde zikredildiği üzere bu kesikliklerin en önemlilerinden biri, Kambriyen patlaması olarak bilinen dönemde, hayvan şubelerinin âniden meydana çıkmasıdır. Farklı şubeler içerisinde bulunan hayvanlar, temel vücut yapıları açısından çok köklü farklılıklar gösterir. Bu kadar büyük bir farklılık gösteren şubelerdeki yeni organ sistemlerinin ve vücut tiplerinin ancak son derece detaylı, hassas ve büyük bir ilim gerektiren evrimci modifikasyonlarla ortaya çıkması gerekir. Ancak, yaşayan hayvan şubelerinin (sistematikçilere göre yaklaşık 30–35 arası değişir) büyük çoğunluğu dikkat çekici şekilde jeolojik açıdan çok kısa bir süre (preKambriyen-Kambriyen sınırına 5 ila 10 milyon yıllık yakınlıktaki bir dönemde) içerisinde ortaya çıkmıştır. Hayatın 3,8 milyar yıllık tarihçesi düşünüldüğünde, bu süre göz açıp kapamak kadar kısa bir süredir. Buna rağmen, fosil kayıtları, hâlâ yaşayan şubelerden herhangi birisinin evrime ait ara formlarla bağlantılı olduğuna dâir hiçbir delil sunmamaktadır.

Kambriyen periyodu, yaklaşık 550 milyon yıl önce başlamıştır. Jeologlar, Kambriyen döneminden çok daha öncesinde hayatın olduğuna dâir deliller bulmuşlardır. Meselâ, Afrika ve Avustralya'da üç milyar yıldan daha yaşlı olduğu düşünülen fosilleşmiş tek hücreli organizmalar bulunmuştur. Bunlardan sadece biraz daha genç tabakalarda, stromatolitler olarak bilinen fosillerin (yani fotosentetik bakterilerin oluşturduğu hasırımsı tabakalar) bulunduğu tespit edilmiştir. Demek ki, Kambriyen'den az öncesine kadar, preKambriyen fosilleri, sadece tek hücreli organizmalardan meydana gelmektedir.


Çok hücreli organizmalar, Kambriyen'den az daha yaşlıdır (620 milyon yıldan daha eski değildirler) ve ilk olarak, 1940'ta Avustralya'da Ediakara tepesinde bulunmuşlardır. O zamandan beri, Ediakaran fosilleri dünya üzerinde pek çok noktada bulunmuştur. Ediakaran canlı formları, Kambriyen'dekilerden ciddi mânâda farklılık gösterir (Şekil–1). Birçoğu o kadar değişiktir ki, tam olarak bir hayvan olduklarını düşünmek konusunda bile şüpheler vardır. Ediakaran fosilleri, disk şeklinde ve eğreltiotlarına benzer organizmalardan meydana gelmektedir. Bazı paleontologlar, bunların hayvanlardan ziyade likenlere yakın olduğunu düşünmektedir. Cambridge Üniversitesi'nden paleontolog Simon Conway Morris, bazı Ediakaran fosillerinin hayvan olduklarına inanmaktadır. Ancak, Morris, aynı zamanda, en fazla birkaç istisna dışında, Ediakaran organizmalarının Kambriyen'de ortaya çıkan şubelerin ataları olmadığını da savunmaktadır.

Kambriyen'den az önce var olan çok hücreli hayvanlara ait üç örnekten daha söz edilebilir. Bunlardan bir kısmı fosilleri bildiğimiz diğer gruplara benzemeyen kabuklu küçük organizmalardır. İkinci gruptaki organizmaların kendi fosilleri olmayıp, sadece aktivitelerinin bıraktığı izlerin fosilleri mevcuttur. Son gruptakiler ise Kambriyen'den 40–55 milyon yıl öncesine ait mikroskobik, yumuşak bedenli iki yanlı simetriye sahip solucanlardır.

Bu örnekler ve muhtemelen az sayıda Ediakara döneminden hayatta kalanlar dışında, Kambriyen döneminden önce çok hücreli hayvanlara dair hiçbir fosil delili yoktur. PreKambriyen fosil kayıtları şu an için gayet güzel bir şekilde incelenip kataloglanmıştır. Ancak, hiçbir noktada preKambriyen'den Kambriyen'e geçiş, Darwin teorisinin gerektirdiği gibi, kademeli bir farklılaşmanın uzun tarihçesini göstermemektedir.

Kambriyen sonrası kayaları da, Kambriyen patlamasını aydınlatmakta çok fazla yardımda bulunmamaktadır. Eğer Kambriyen sonrası kayalarda ek hayvan şubeleri bulunursa, bunların da geçmişinin Kambriyen patlamasına dayanacağından şüphelenmişlerdir. Meselâ; yassı solucanların (Platyhelminthes) daha sonralara ait hiçbir fosil kaydı bulunmamaktadır, yine de paleontologlar bu şubenin diğer birçok filumdan önce var olması gerektiğine inanmaktadırlar. Buna ek olarak, şuan nesilleri tükenmiş yumuşak vücutlu hayvanlara ait başka muhtemel şubeler (bu organizmaların sınıflandırılması tartışmalıdır), Orta Kambriyen dönemde bulunmuştur. Ancak, daha fazla fosil delilleri ile nesli tükenmiş bu grupların menşei daha dar bir zamana, genellikle Kambriyen patlaması ile örtüşen kısa bir zaman dilimine dayanmaktadır. Bu periyot boyunca, en az 40 yeni şube âniden ortaya çıkmıştır. Şekil–2 hemen hemen bütün hayvan şubelerini açıklayan Kambriyen patlamasının ne kadar geniş tesirli ve ihâtalı olduğunu göstermektedir. Paleontolog James Valentine, bazı şubelerin hâlâ keşfedilmeyi beklediğini öne sürmüş ve en azından 60 şubenin kaynağının bu âni başlangıca dayandığını iddia etmiş, birçok yüksek sınıflandırma birimlerinin de bu patlamayla hem hızlı hem de geniş tesirli olarak ortaya çıktığını düşünmüştür.5





Kambriyen patlaması sadece ânsızın başlamamıştır, ânsızın da bitmiştir. Yeni hayvan şubelerinin patlaması, Erken-orta Kambriyen dönemi içerisinde meydana gelmiştir ve bunu neredeyse tamamen bir sessizlik takip etmiştir. Yeni hayvan şubelerinin yaratılması, geri kalan 500 milyon yıl veya daha fazla jeolojik zaman boyunca durmuştur. Buna ek olarak, yeni sınıfların (filumun hemen altındaki sınıflandırma birimi) ortaya çıkması da azalmıştır. Meselâ, 62 adet iyice belirlenmiş ve kolaylıkla fosilleşebilen deniz canlıları sınıfının yarısından fazlası, Kambriyen dönemi kapanmadan ortaya çıkmıştır ve diğer % 29'u ilk defa Ordovisyen döneminde (Kambriyen'den hemen sonraki yaklaşık 490 milyon yıl önceye ait jeolojik periyot) ilk olarak meydana gelmiştir.6Sınıf kategorisinin altında yer alan yeni takımların (ordo) çıkışı da zamanla azalmaktadır: "Deniz canlılarına ait takımların görülmesi daha dağınıktır; ancak yine de erken Paleozoik Dönemde [Kambriyen ile başlayan jeolojik çağ] büyük bir yenilenme gösterirler."7 Bu desen, mevcut organizmaların kademeli ve yavaş yavaş çeşitlenmesinin, aralarındaki temel farklılıklardan önce geldiğini öne süren, Darwin'in büyük hayat ağacı teziyle uyuşmamaktadır. Gerçekten de, şube, sınıf ve takım gibi daha yüksek sınıflandırma seviyelerinde fosil kayıtları bunun tamamen tersini göstermektedir.

En iyi bilinen hayvan şubelerinin neredeyse aynı zamanda ortaya çıkmalarının, bir şubenin içerisindeki farklılıkların tamamının, şubeler arasındaki farklılıklardan oldukça küçük olduğu düşünüldüğünde, daha dikkat çekicidir. Farklı şubeler temel vücut yapıları açısından birbirinden ayrılır; fakat aynı filumdaki organizmalar aynı temel vücut yapısını taşır. Netice olarak, birbirinden ayrı iki şube (meselâ, eklembacaklılar ile yumuşakçalar) arasındaki morfolojik mesafe, aynı şube içerisindeki o şubenin iki temsilcisini (meselâ, böcek ile örümceği veya ahtapot ile salyangozu) birbirinden ayıran mesafeden daha büyüktür. Hayvan formlarının çeşitlenmesindeki en büyük kaynaklar bu yeni şubeler olmuştur ve yeni hayvan filumlarının menşei fosil kayıtlarının ilk yüzde birlik veya ikilik kısmına sıkışmıştır. Ayrıca, farklı şubelerin arasındaki morfolojik mesafeyi inşa etmek ve böylece, bunların evrim için gerekli olan menşelerini belgelemek için ihtiyaç duyulan fosiller ortada yoktur. Hayvan şubelerinin çok erken bir zamanda ve tamamen müstakil bir şekilde ortaya çıkışları, fosil kayıtlarının en önemli özelliğini teşkil etse de, bu bilgilere biyoloji ders kitaplarında çok az dikkat çekilmektedir; çünkü Kambriyen patlaması, evrim teorisi için başa çıkılması gereken büyük bir problemdir.

Kambriyen patlamasındaki geçiş fosillerine dâir eksiklik durumu fosil kayıtlarının geri kalanı için de geçerlidir. Dünyanın her yerinden ve öne sürülen yaşlarına bakılmadan bütün kayalardan alınan fosilleri toplasak bile, yine de, kesin yumuşak bir geçiş serisi oluşturamayız. Yeni fosiller bulundukça, aralarındaki boşluklar daha da açık bir hâle gelmektedir. Chicago Üniversitesi'nden paleontolog David Raup, bu gerçek üzerine şu yorumu yapmıştır: Fosil kayıtlarına dair bilgi gittikçe artmıştır [Darwin'in Türlerin Menşei adlı kitabının yayımlanmasından bu yana]... Ancak ne gariptir ki, şu ânda elimizde, Darwin'in zamanındakinden daha az sayıda geçiş formu vardır. Bununla demek istediğim, fosil kayıtlarındaki klâsik Darwinci değişimlerin bazıları, Kuzey Amerika'daki atların evrimi örneğinde olduğu gibi, kullanımdan çıkarılmak veya daha detaylı bilgilerin sonucunda değiştirilmek zorundadır.8

Benzer şekilde, Harward'dan paleontolog Stephen Jay Gould da şuna dikkat çekmiştir: "Fosil kayıtlarındaki geçiş formlarının aşırı derecede azlığı, paleontolojide, mesleki bir sır olarak kalmaya devam etmektedir. Ders kitaplarımızı süsleyen evrim ağaçları, sadece ağacın dallarının uçlarında ve düğüm noktalarındaki bilgilere sahiptir; gerisi yorumdur, mantıklı fosil kaydı delilleri değildir."9 Ancak kendisi de bir evrimci olan Gould, bu tespitlerine rağmen evrim düşüncesini daha farklı bir teoriyle sürdürmede ısrarlıdır. Ona göre zaten çoğu tür dünyada bulundukları süre içerisinde hiçbir yönde değişme göstermez. Fosil kayıtlarında ilk göründüklerinden, fosil kayıtlarında yok oldukları zamana kadar benzer görünüşte olurlar. Morfolojik değişmeler genellikle sınırlı ve kontrolsüzdür. Ayrıca herhangi bir lokal bölgede, bir tür, kademeli ve yavaş bir şekilde, kendine ait bir atadan devamlı bir dönüşme ile meydana gelmez. Bir ânda ve tam olarak yeni bir forma sahip olarak ortaya çıkar.9 Bu ifadeler de yine bir nevi âni yaratılışın ifadesidir; ama Gould bunları Allah'ın bir yaratması olarak değil, evrimin âni bir sıçraması olarak değerlendirir.

Bir başka önemli paleontolog, Johns Hopkins Üniversitesi'nden Stephen Stanley, evrimcilerin iddia ettiği geçişlere ait fosil kayıtlarındaki eksikliği cins seviyesinde tarif etmiştir: "Avrupa'daki Pleistosen memelilerine dâir yapılan detaylı çalışmalara rağmen, bir cinsten ötekine evrimi gösterecek bir geçiş için geçerli tek bir örnek bilinmemektedir."10

Şimdiye kadar, hep hayvanların fosil kayıtları üzerinde durduk. Ancak, bitkilerin fosil kayıtları da, tıpkı hayvanlarınki gibi eksiktir. Meselâ, biyolog Harold Bold, bilim adamlarını fosil kayıtlarında "delil ve spekülasyon arasındaki ayrımı kesin olarak" yapma konusunda zorlamakta ve şöyle demektedir: "Şu anda, [bitkiler âleminde], öne sürülen herhangi iki bölüm arasındaki kesin bir münasebete dair bilinen hiçbir hayat formu veya fosil yoktur."11 Bu cümle 45 yıl önce yazılmasına rağmen hâlâ doğruluğunu sürdürmektedir.

Hem bitkiler hem de hayvanlar için geçiş formlarındaki bu kıtlık, Darwin teorisi için can sıkıcı bir problemdir. Bu boşlukları yorumlamak ve bu problemi çözmek için evrimciler tarafından dört açıklama öne sürülmüştür: Onlar, ilk olarak boşlukların fosil kayıtlarındaki eksiklikten kaynaklandığını, geçmişte yaşamış organizmaların sadece çok küçük bir bölümünün fosil olarak korunduğunu belirterek, gelecekteki araştırmalarla bu boşlukların doldurulacağını beklemektedirler. İkinci olarak fosilli tabakaların yeterli derecede incelenmediğini iddia ederler. Üçüncü olarak "Aralıklı Denge" adını verdikleri kavrama göre, evrimin sıçrayarak oluşmasından dolayı bu boşlukların ortaya çıktığını söylerler. Dolayısıyla, Darwin'in "evrimin yumuşak ve yavaş olduğu konusunda" yanıldığını söylerler(!) Son olarak da boşlukların gerçek olduğunu kabul ederek, bunu normal görürler. Bu, "tabiattaki süreksizliğin yansımasıdır" diyerek, organizmaların temel gruplarının birden bire ortaya çıktığını ve bu temel grupları birbirine bağlayan geçiş gruplarının hiçbir zaman olmadığını kabul ederler (aslında bu bir mânâda yaratılışın itirafı demektir). Bütün bu iddiaların cevabını gelecek sayıda verebilmek ümidiyle.

Dipnotlar





1. Budd, G. E. and Jensen (S). (2000): A Critical Reappraisal of the Fosil Record of the Bilaterian Phyla. Biological Reviews of the Cambridge Philosophical Society 75: 253–295.

2. Meyer, S. C. (2004): The Origin of Biological Information and the Higher Taxonomic Categories. Proceedings of the Biological Society of Washington 117(2): 213–239.

3. Chen, J-Y., Bottjer, D.J., Oliveri, P., Dornbos, S.Q., Gao, F., Ruffins, S., Chi, H., Li, C.-W. and Davidson, E.H. (2004): Small Bilaterian Fossils from 40 to 55 Million Years Before the Cambrian, Science 305: 218–222.

4. Darwin, C. (1859): Origin of Species, 307–308.

5. Valentine, J.W. and Douglas H. Erwin, D.H. (1987): "Interpreting Great Developmental Experiments: The Fossil Record," in R. A. Raff and E. C. Raff, eds., Development as an Evolutionary Process (New York: Alan R. Liss), 71–107.

6. Gould, S.J. (1989): Wonderful Life (New York:W.W. Norton, p.64).

7. Erwin, D., Valentine, J.W. and Sepkoski, J.J. (1987): A Comparative Study of Diversification Events: The Early Paleozoic Versus the Mesozoic. Evolution 41:1177-1186.

8. Raup, D. (1979): Conflicts between Darwin and Paleontology. Field Museum of Natural History Bulletin 30 (I):25.

9. Gould, S.J. (1977): Evolution's Erratic Pace. Natural History 86(5):12-16.

10. Stanley, S.M. (1979): Macroevolution: Pattern and Process (San Francisco: W.H. Freeman, p.82

11. Bold, H.C.(1967): Morphology of Plânts (New York: Harper and Row, p.515.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder