Bir Bilimsel Sahtekarlık Olarak Piltdown Adamı Örneği
18 Aralık 1912 günü İngiliz gazeteleri büyük manşetlerle yeryüzünün en büyük keşfini müjdeliyordu: “Kayıp Halka Bulundu – Darwin’in Teorisi Kanıtlandı” Charles Dawson’a ait kazı alanında bir işçinin rastlantı sonucu bulduğu kafatası aynı gün “Geological Society of London”da bilim çevrelerine ve dünya kamuoyuna büyük bir gururla açıklanır. İnsan ile primatlar arasında var olduğu ve Darwin’in teorisini kanıtlayacağı düşünülen en önemli buluntu böylece dünyaya duyurulmuş oluyordu. O gün bilinmeyen ise yüzyıl tamamlanmadan bu keşif tarihin gördüğü en büyük “bilimsel kandırmaca” olarak tarihe geçeceğiydi.
İngiltere Doğu Sussex’e bağlı Piltdown kasabasında yapılan kazı çalışmaları sonucu elde edilen ve bilimsel adı “Eoanthropus dawsoni” olan buluntu, bu adını kazıyı yapan Charles Dawson’dan alıyordu. Dawson buluşunu British Museum’da çalışan arkadaşı Sir Arthur Smith Woodward ile paylaşmış olsa da bu büyük bilimsel başarısının bütün kredisini kendisi toplamak istiyor ve çalışma alanında çıkardığı diğer parçacıkları bütünleştirdikçe öylelikle ortaya koyuyordu. Amatör bir arkeolog olarak böylesi büyük bir keşif ile adını bilim tarihine geçirmek istiyordu. Ancak bu kayıp halka ortaya çıkar çıkmaz büyük bir şaşkınlık yarattığı kadar kuşku da doğurmuştu. Hem bilim çevrelerinden hem de Darwin karşıtı muhafazakarlardan Evrim’in kayıp halkasına karşı eleştiriler yükselmişti.
Tartışmaların ortasında kuşkulu bilim insanları buluntu üzerine çalışmalar yapmak istemişlerdir. Zaten bilimin muhafazakarların bağnaz inançlarına göre sahip olduğu üstünlük de buradan kaynaklanmaktadır. Bilim her zaman kuşkuyla birlikte yürür. Hiçbir doğru doğmalaşmaz. Bulunan ve ortaya konan her veri bilimsel bir süzgeçten geçirilir. Sadece o bilimsel verinin sahibi değil, diğer kıskanç ve kuşkucu bilim insanları da verileri tekrar tekrar test eder. Hiçbir bilimsel bilgi ilk ortaya konulduğu gibi kalmaz. Aynı doğa gibi insanların da doğayı anlamlandırma çabası olan bilim de sürekli bir değişimin öznesidir. Bu değişim kuşkusuz bilimsel verilerin de sürekli olarak gözden geçirilmesiyle mümkün olacaktır. Dawson’un “Piltdown Adamı”nın da başına gelen bu olmuştur.
Kuşkuların iyice artmasıyla, zaten bulunduğu günden bu yana tam olarak kabul göremeyen, Piltdown adamı 21 Kasım 1953’te bilim insanları tarafından bütün yönleriyle araştırılmaya başlanır. Amaç Darwin’in teorisindeki kayıp halka olarak ortaya konulan ve dünya tarihini yeniden yazan bu kafatası incelemeye alınır. Bilim insanlarının kuşkucu yaklaşımı sonuç vermiştir. Çağın gelişen teknolojileriyle de yaş belirleme teknikleri ilerlemiştir. Yapılan test sonuçları kafatasının en geç 500 yaşında olduğu tespit edilir. Kayıp halkanın bu kadar genç olması düşünülemezdi. İşte o an Piltdown adamının tarihin gördüğü en büyük bilimsel kandırmaca olduğu anlaşılmıştır.
Piltdown adamının ortaya çıktığı dönem, kuşkusuz, bilim insanlarının evrimin eksik halkasını bulmak için birbiriyle yarıştığı bir çağdı. Yüzyıl öncesine göre değişen iletişim standartları, Batılıların Afrikalı ve Asyalı halklarla kurdukları sömürgelerin giderek haklılaştırılması çabaları zaten öteden beri kibirli olan beyaz insanların bilimsel gelişmişlikle iyiden iyiye kendilerini üstün görmeleriyle noktalanmıştı. Sosyal Darwinizm’in ilk yanlış uygulamalarının ortaya çıkmasıyla evrim teorisinin kanıtlanması pratiğin teorik altyapısının oluşturulması için elzem önem taşıyordu. Ancak yanlış güdülerle ortaya konan bu bilimsel eforun sonuçlarının da yanlış olacağı zamanla anlaşılacaktır.
Almanya ve Fransa’da ilk Neanderthal fosilleri yine aynı yıllarda bulunmuştu. İngiliz bilim insanları da çaresizce kendi ülkelerinde böyle bir buluntu yapma gayreti içindeydi. Hem kendi ülkelerinin de en az kıta Avrupa’sı kadar tarihi bir geçmişe sahip olduğunu ispatlamak hem de kendi bilimsel yeterliliklerini kanıtlamak amacıyla değim yerindeyse İngiliz anavatanını didiklemişlerdir. 1859’de Darwin teorisini yayınladığında büyük bir olay yaratmış hemen bu teorinin bilimsel verilerle desteklenmesi için test edilmeye başlanmıştı. Ancak girişilen bu arkeolojik yarışta yanlış güdülerin kimi çalışmaları yanlış yönlere sevk ettiği sonradan anlaşılmıştır.
Dawson da Sussex’teki çalışmalarını sürekli olarak Arthur Smith Woodward ile paylaşıyordu. Ancak Woodward’ın Dawson’u fazlasıyla cesaretlendirdiği ve saiklerini akıl süzgecinden yoksunlukla yönlendirdiği anlaşılmaktadır. Dawson yapacağı büyük keşfin arzusuyla dolup taşmaktadır. Dawson’un Woodward’ın cesaretlendirmesi ve yönlendirmesiyle dünyaya duyurduğu Piltdown adamı buluntusunu ortaya çıkar çıkmaz sorgulanmaya başlanmış olsa da 1913’de ikilinin yeni buldukları diş fosilleriyle buluntularını destekledikleri düşünülmüştür. Bulunan dişin bir maymun dişinden büyük ama insan dişinden küçük olması Piltdown adamının insan ile maymun arasındaki kayıp halka olması düşüncesini destekliyor deniliyordu.
Piltdown adamının böylece bilim çevrelerinde hak etmediği bir itibar kazandığı söylenebilir. Hatta öyle ki 20’li ve 30’lu yıllarda dünyanın başka yerlerinde yapılan kazılarında elde edilen başka kafatasları ve kemikler sırf Piltdown adamıyla örtüşmediği nedeniyle dikkatten çıkarılmıştır. Bilimsel düşünce için ne büyük bir yanılgı! Neyse ki bu yanlışın dönülmesi için geçen sürede bilim insanların kuşkularını artıracak daha fazla veriyle karşılaşılmıştır. Piltdown adamı nedeniyle göz ardı edilen bazı bulguların ise itibarları yüzyılın sonuna doğru iade edilmeye başlanmıştır.
Yeni geliştirilen ve henüz emekleme aşamasında olan Karbon tarihleme testlerinin aracılığı ile Piltdown adamının yaklaşık tarihlemesi yapılmaya çalışılır. 1949’da Dr. Kenneth Oakley ilk çalışmalarında Piltdown adamının tahmin edildiği kadar yaşlı olamayacağını söylemiştir. Ardından da Piltdown adamı üzerindeki dişlerden birisinin orangutana ait olduğu savı Joe Weiner ve Willfrid Le Gros tarafından ortaya atılır. Tartışmalar hızlanmıştır. Yaklaşık kırk yıldır evrime kanıt olarak ortaya konan ve bilim çevrelerince hak etmediği bir itibar beslenen Piltdown adamı yeniden kuşkuyla bakılır hale gelmiştir.
21 Kasım 1953’de fırtına artık su üstüne çıkmıştır. Weiner ve Oakley hemen bu aldatmacanın arkasındaki kişi yada kurumları ortaya çıkarmak için İngiltere’nin saygın bilim kuruluşu “Natural History Museum” tarafından desteklenen bir soruşturma başlatır. Kafatasını ortaya çıkaran amatör arkeolog Charles Dawson 1916’da ölmüştü ne yazık ki. Ancak yine de şüphelerin üzerine toplanmasından kurtulamamıştı. Soruşturma ilerledikçe Dawson’ın kuşku uyandıran kişiliği ve sahip olduğu bilimsel hırsı bilimsel raporlara ve gazete makalelerine yansımıştır. Yine de Weiner daha sonra yayınladığı “Piltdown Aldatmacısı” kitabında Dawson’ı doğrudan suçlamamıştır.
Bir diğer garip bağlantı ise İngiliz edebiyatının güçlü ismi, “Sherlock Holmes” ile büyük bir başarı kaydetmiş, kriminal kurgunun babası Sir Arthur Conan Boyle’un Charles Dawson ile aynı yerel arkeolojik kulübün üyesi olduğudur. Kendisi de amatör bir arkeolog olan ve romanlarındaki bilimsel derinlikle dikkat çeken, doktora sahibi Doyle, Piltdown adamı buluntusunun dünyaya açıklandığı yıl yayınladığı kitabı “The Lost World”de Amazonlarda yaşayan maymunsu insan tasvirlerine yer vermiştir. Bu tasvirlerin Piltdown adamı sahtekarlığına ilham verip vermediği de kuşkuludur.
Kuşkuların odaklandığı bir diğer isim ise Arthur Smith Woodward’tır. Woodward’ın fazla çalışmalarını ödüllendirdiği Martin Hamilton isimli teknisyenin gönüllü olarak Piltdown adamının kazı çalışmasına katıldığı tespit edilmiştir. Ayrıca Woodward’ın Dawson’la olan mektupları, Hinton’un müzeye kamyonlar dolusu kemik kalıntıları ile arkeolojik buluntu taşıması müzenin çalışma standartlarının da mercek altına alınmasına neden olmuştur. Bilimin çekici üstünlüğü de aslında buradan kaynaklanmaktadır. Kuşku altında kalan en ufak bir verinin dahi derinliklerine inilmesi ve sorunun kaynağının sonuna kadar araştırılması akıllarda daha fazla soru işareti kalmamasını sağlamaktadır.
Bugün Dawson’ın ortaya attığı Piltdown adamı sahtekârlığı bilim dünyasından tamamıyla temizlenmiştir. Bu, yalnızca hatalı bir vakanın bilgi yığınından arındırılması değildir. Bu kötü örneğin ortaya dökülmesiyle hem kurumsal bilim çevreleri kendi bilimsel süreçlerini yeniden gözden geçirmişler ve standartlarını yenilemişlerdir hem de bilim insanları insani güdülerini dizginlemeyi ve verilerini defalarca test etme alışkanlığı edimişlerdir. Aklın ve bilimin bize öğrettiği budur. Evrim teorisi bir kanıtını, bilimsel veriler ışığında, büyük bir cesaretle çöpe atmıştır.
Yararlanılan Kaynaklar:
http://www.bbc.co.uk/news/
http://www.nhm.ac.uk/
http://
http://
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder